Cemre düşmüşmüş, karpuz kabuğu bilmem ne olmuşmuş. Hepsi hikaye dostlar. Eskiden yazın geldiği mahalle aralarına kurulan üçgen şeklindeki kablolara dizilmiş ampüllerle anlaşılırdı: Düğün sezonu açılmıştır...
İflah olmaz bir Trakya Kızanı olarak, bu tip düğünler konusunda oldukça deneyimli olduğumu söyleyebilirim. Gençliğimizde, her yaz en az bir kez mahalle içinde bir sokakta düğün tertiplenirdi. Hatta öyle ki, masallardaki gibi 40 gün 40 gece olmasa bile, bazı Roman mahallelerinde 7 gün boyunca durup dinlenmeden davul-zurna çalındığını bile bu naçiz bünye görmüştür.
Bazıları sevmez, bazısı banal bulur. Ama çocukluğumun saflığında oluşan güzel hatıralardan mıdır nedir, bana çok eğlenceli gelirdi bu tip düğünler. Samimiydi, içtendi, gösterişten uzaktı. Kalabalık değildi. Asgari ücrete yakın bir ücretle geçinirken şehrin en büyük otelinde düğün daveti vermektense, davetin mükemmel olmasına uğraşırken kendini 'evlenen kişi' olarak değil ama davetlilerin 'hizmetkarı' olarak bulmaktansa, sokakta dostlarla birlikte eğlenmek çok daha doğal, çok da eğlenceli gelirdi bana. Küçüktüm. Saftım. Severdim.
Sokak düğünü derken kastım, dev gibi hoparlörden avaz avaz gece 1e kadar 'bakın nasıl da eğleniyoruz' şeklinde yayın yapılması değildi elbet. Zira düğünün anlamı bu değildi. Eskiden davullar vardı, zurnalar vardı.. Ve onların sesleri öyle tüm mahalleyi inletmezdi. Davulun sesi uzaktan hoş gelirdi. Sokak düğünlerinde hoparlör olmazdı, bir traktör römorkunun üzerine tünemiş piyanist şantör denen garabet yoktu. 4-5 kişiden oluşan Davulcu-Zurnacı grubu tutulurdu. Onlar da çevreye saygı çerçevesinde bu işi yaparlardı. Zaten zurnacı sık sık nefes nefese kalır, bu yüzden bolca ara verilirdi. Ayrıca tüm mahalle birbirini tanıdığı için öyle gürültü yaptın, uykum kaçtı gibi kavgalar olmazdı. Düğünler en yaygın sosyalleşme araçlarından biriydi. Yaşlı teyzeler oğulları için kız beğenmeye gelirdi. Çeşitli nedenlerle uzun süredir görüşemeyenler bile düğünde buluşur, eğlenirdi. O bakımdan mahallede, yaşlı ve hastalar haricinde, şikayetçi olan pek olmazdı.
Kimse daracık, sıkış tıkış düğün salonlarına rağbet etmez, bilmem kaç yıldızlı hotel salonlarına hücum etmezdi. Herşeyin en iyisi, en görkemlisi, en fazlası istenmezdi. Evin reisi bir bütçe yapar, mırın kırın edilir ama sonuçta ona riayet edilirdi. Kendi düğününde eğlenen sen olurdun, zira komşular bir imece usulüyle gelenleri ağırlar, yemekleri bizzat pişirir ve hazırlar, ziyaretçilerin oturma mekanlarını da gösterirlerdi. Herkes çok temiz giyinir ama kimse boya küpüne dalmış gibi makyaj yapmazdı.
Eskiden düğünü kaydetmek diye birşey de yoktu. Gerçi temel sebep kamera olmadığındandı ama yine de olsaydı sanırım kameranın en çok kayıt yaptığı an; 'takı merasimi' olmazdı.
Çok kısa zamanda düğün anlayışımız değişti. Şimdi ortalama bir düğünün giriş-gelişme-sonuç bölümü kabaca şunlardan oluşuyor:
Muhtemelen gündüzden nikah dairesinde resmi olarak zaten evlenmiş olan gelin ve damat, bir apartmanın bodrum katında ve her tarafı sütunlardan oluşan loş ve havasız salona, yanar döner ışıklar altında veya yere sıra sıra konmuş minik maytaplar eşliğinde giriyor. Güzel sesli şantörümüzün ve kulaklara ilaç gibi gelen ses sisteminin eşliğinde ilk dansı yapıyorlar. Müzik bittikten sonra tekrar karartılan salona, doğan bir güneş gibi ışıldaklar içinde gelen 7 katlı pastanın koca bir kılıçla kesilmesinin ardından, eller kollar birbirine geçmiş halde cümle alemin ortasında ilk lokma yeniliyor. Gelin damat tekrar, şantörümüzün kafasına göre seçtiği muhtemelen bir Ümit Besen bestesi ile, dans ediyor. Ardından davetliler piste geliyor, derken müzik hafiften hızlanmaya başlıyor. Bazı ağır konukların 'yok ben dans edemem' nazlanmalarına rağmen, pist hafiften kalabalıklaşıyor. 9-8lik üç beş ritmden sonra, takı merasimi için ara veriliyor. Konuklar muhteşem limonata eşliğinde yağ ağırlıklı düğün pastasını yerken düğünün en az yarı süresini kaplayan takı merasimi yapılıyor. Kim ne kadar takmış birer birer tespit ediliyor. Bu esnada kimler gelmiş, ne giymiş dedikoduları yaplıyor. Takıdan sonra, şantör arkadaşın adeta klasikleşen 'çocukları pistten alalım' anonsundan sonra düğünün ikinci perdesi tekrar başlıyor. Sırasıyla, gelin tarafı, ardından damat tarafı piste davet ediliyor. Dünürler de karşılıklı oynadıktan sonra, coşku tavana vurmaya başlamışken sıra gençlere geliyor. Ve sırasıyla Demet Akalın/Serdar Ortaç şarkılarının ardından, biraz roman esintileriyle birlikte, kasap havasıyla büyük final yapılıyor.
Öte yandan, düğün boyunca damadın babası, damadın annesi, damadın kardeşleri, ya da gelinin tüm akrabaları, ve hatta bizzat gelinin ve/veya damadın kendisi, pastanın boyutları, davetlilerin oturma düzeni, pastanın-yemeğin dağıtılması, içeceklerin organizasyonu, fotoğrafçının sürekli çekiştirilip poz istenmesi, gelin odasının kapı kilidi, pasta kılıcının körlüğü, otoparktaki deynekçinin nazlanmaları, hala düğün salonunu bulamamış olanlara en az 50 kez adres tarifi verilmesi, erken kalkmaya çalışanların oturmaya zorlanması ya da yaşlıysa/şehirdışından geliyorsa kalacakları yere bizzat bırakılmaları, salonun hizmetlilerinin organizasyonu düzgün yerine getirme(me)si, salonun havasızlığı, takıların konulacaği çantanın saklanması, gelin ve damadın evlilik hayatında derin iz bırakacak olan o çok önemli 'ilk dans' şarkısının şantör tarafından düzgün çalınma(ma)sı ya da hiç çalınamaması, salona giriş esnasında gelinliğin ucunun maytaplar yüzünden yanması, en az 50 çocuğun gelinliğe basmış olması, sağa sola verilen bahşişlerden damadın cebinin tamtakır olması gibi çeşitli konularla uğraştıklarından eğlenmeye pek fırsat bulamıyorlar. Zavallı gelin, haşmetli gelinliği sebebiyle tuvalete gitmemek durumunda olduğu için gece boyunca o kadar terlemesine rağmen hiçbir şey içemiyor, yiyemiyor.
Özetle, en çok eğlenmesi, en çok mutlu olması gereken gelin ve damat, en stresli en endişeli iki insan oluyor. Ne yazık ki, birçok kişi bu şekilde evlenmeye bayıldığından değil, ailesi ve çevresi bunu dayattığından bu şekilde evleniyor.
Sevgiliye not: İstemiyorum aşkım valla istemiyorum. Roman düğünü istiyorum ben. Ya da düğüne vereceğimiz parayla eve 3D LCD alalım. Ne dersin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder