Tren yolculuklarını severim. Acelem
olmadığı vakitlerde, eğer gideceğim yere trenle gitme imkanı varsa muhakkak
treni seçerim. Bana, anlamlandıramadığım bir nostalji duygusu verir. Belki de
yıllarca dinlediğimiz o nostaljik hikayelerden, öykülerden, türkülerden, izlediğimiz
filmlerden... Demir tekerleklerin rayların birleşme noktalarındaki o minik boşluklara
her vuruşu bir metronom ninnisi gibi gelir bana. Trenin geniş koltuklarına
kendimi iyice gömerim, film şeridi gibi akan muhteşem manzaralara kendimi
verir, adeta duygusal bir film sahnesini yaşarım. Acayip bir havam olur.
Yolculuk öncesinde ise, alırım gazetemi, gardaki bekleme salonuna geçer, aldığım çay ve
o çok sevdiğim fındıklı bisküvimle birlikte masaya koyarım ve hülyalı
bakışlarla ince belli çay bardağıma fındıklı bisküvimi bandırarak yer ve
gazetemi okurum. Çocuksudur ama sevdiğim ritüeldir.
Yine böyle bir tren yolculuğu öncesinde, biletimi aldım, valizim ve elimde gazetemle tren garının bekleme salonuna girdim. Salondaki duvara bitişik haldeki tek boş olan masaya geçtim, bisküvimi ve gazetemi masaya koyduktan sonra, büfeye gidip ince belli bardakta tavşan kanı çayımı aldım. Geri geldiğimde masanın öbür yanına, dergisini okuyan oldukça tatlı bir kızın oturmuş olduğunu gördüm. Ne yalan söyliyeyim, neşem yerine geldi. Belediye otobüslerinde iki kişilik koltuklarda giderken, ve onca boş koltuk varken ilk durakta yanına çok güzel bir kız gelir oturur ya, işte aynen öyle oldu. Gururum okşandı. Yüzümdeki tebessümü gizleyip, sandalyeme oturdum, sağ elimle çayımı karıştırmaya başladım. İkimiz de sırtımızı duvar tarafına vermiştik.
O sırada elindeki dergiyi okuyan o güzel
kız, bir gözü dergide olduğu halde, eliyle masanın üzerinde bulunan bisküvime
uzandı, bir tane aldı.
Oldukça şaşırmıştım. Kıza manalı bir bakış
attım. Kız oralı bile olmadı. Dergisine gömülmüştü. Nasıl olurdu? İzinsiz bisküvimden
almıştı işte. Muhtemelen dergide, ‘10 adımda bir erkeği nasıl kendinizden
uzaklaştırırsınız’ başlığını okuyordu ve ben deney konusuydum.
Az önce tavan yapan gururum incinmişti; meğer kız hödük çıkmıştı. Medeni bir insan gibi istese zaten ikram ederdim. Ama o direkt olarak bisküvime dalmıştı. Bu kabul edilemezdi. Birşeyler söylemeliydim. Ama ağzımdan tek kelime bile çıkmıyordu. Yok yok, birşey yapmalıydım. Hemen aklıma ilk gelen hareketi yaptım; elimle sert biçimde bisküvi paketine uzandım, hışırdatarak sertçe bir tane çıkardım, ona gösterecek şekilde çay bardağına bandırdım ve hızlıca ağzıma götürdüm.
Dergiye gömülmüş olan kız, şaşkın
bakışlarla bana bakmaya başladı. Birkaç saniye yüzüme meraklı meraklı baktı. Şaşırmıştı.
Bana baktığı halde, yavaşça eliyle bir bisküvi aldı ve yüzüme bakarak usulca
yemeye başladı. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi geçmiş, ‘öyle olmaz böyle olur’
tarzı gelmişti. Hem sakince çiğniyor hem o yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
‘Bu ne cüret’ diye geçirdim içimden.
Uzandım. İki bisküvi birden aldım. Birini komple ağzıma attım, diğerini yine
çayıma bandırıp yemeye başladım.
Kız gülümsemeye başlamıştı. Dergiyi
kucağına koydu. Vücuduyla birlikte komple bana doğru döndü. Sağ dirseğini masaya
koydu ve avuç içi yanağını kaplayacak şekilde elini yüzüne dayadı. Diğer eliyle
kibarca bir bisküvi aldı, oldukça tatlı bir şekilde ısırdı. Yerken bir gözüyle bana,
diğer gözüyle de bisküvi paketini işaret edip ‘sıra sende, hadi yarışalım’
tarzında bakıyordu.
İş inada binmişti. Üstüne üstlük bir de
dalga geçiyordu benimle. Yüzüme kırmızılık gelmişti hissediyordum, kızgınlığım
çok artmıştı çünkü. Bu sefer 3 tane bisküvi aldım. Hepsini birden ağzıma attım,
ama o kadar çok büyük lokma olunca ve hızla çiğneyince, kırıntılar genzime
kaçtı, bir öksürük tuttu.
Kız kıkırdadı. Belli ki çok eğleniyordu.
Ben sinirden patlamak üzereydim ama o çok eğleniyordu. Nihayet dayanamadım ve o
tek cümleyi sarfedebildim
“Hamfendi lütfen”
Kız hiç takmıyordu, bir tane bisküvi daha
aldı ve bana gülümseyen suratla baktı.
Artık sırayla bisküvi paketine saldırıyorduk.
Bir o bir ben. İkimizin de ağzı dolmuştu ama yarışır halde bisküvi yiyorduk. O
gülüyor, ben ise sinirden kızarıyordum.
Derken bisküviler bitti. Kız, son bisküviyi
benden önce davranıp, hızla almış, iki parmağıyla havada tutup bana göstermiş
ve zarif biçimde komple ağzına atmıştı.
Tam o sırada anons yapıldı.
‘Değerli yolcularımız, İstanbul treni
kalkmak üzeredir. Lütfen yerlerinizi alınız”
Telaşla elim valizime gitti. Sandalyenin hemen
dibinde duruyordu. Ayağa kalktım, sandalyemin arkasına dayamış olduğum montu
aldım. Alelacele giydim. Çayımın son yudumunu hızlıca içtim. Bardağı masaya sertçe koydum. Yana
eğildim, valizimi aldım. Boşta kalan elime masanın üzerinde bulunan ve sinirden
hiç okuyamadığım gazetemi aldım.
… ve o şok edici gerçekle karşılaştım.
Bisküvim, orada, hiç açılmamış halde, sinirden
okuyamadığım gazetemin altında, bana bakıyordu.
Dipnot: bu bir cover hikaye denemesidir
En başından anlamıştım, kızlara çok mu güveniyorum nedir :)
YanıtlaSileğlenceli bi yazı olmuş :)
YanıtlaSilBu hikayenin değişik verdiyonunu okumuştum, kendine uyarlamışsın komik olmuş :)) hele o yarışma kısmında koptumuğumu belitmeliyim :)))
YanıtlaSilcok basarili bi kisa filmin konusu bu eger onu izlemeden akliniza geldiyse gercekten guzel
YanıtlaSil