Yılbaşı yaklaşıyor.
Bazı ofis çalışanlarının en korktuğu zamanlardan biridir yılbaşı. Zira geleneksel(!) hediyeleşme zamanıdır. Herkes, tüm ofis çalışanlarının isimlerin yazılı olduğu torbaya birer birer el atar ve adeta tombala çeker gibi isim çeker. Çekilen isme münasip bir hediye alma zorunluluğu vardır. Yılbaşı partisinin verileceği gün tüm hediyeler karşılıklı verilir.
Zaten normal bir hediye almasını bilmeyen, beceremeyen benim gibiler için bir de böyle resmi hediyeleşme işi, adeta bir eziyet gibidir.
Ben bu adeti, ortaokul lise zamanından sonra ortadan kalktı sanmıştım. Henüz toy birer çocuk olduğumuz o dönemlerde bu organizasyonu nedense bayan bir öğretmenimiz yapardı. O zamanki en favori hediye; günlük idi. Herkes birbirine şehrin en güzel kırtasiyecisinden alınmış rengarenk bir günlük hediye eder, sonra tüm sınıfça o günlüğü doldurma yarışı yapılırdı. 2 full günlük bitirmiştim bu sayede. Evde hala ikisi de durur, atmaya kıyamam. Bir gün bana yazılan ‘o kalbim kadar temiz’ her bir sayfayı scanner’da tarayıp elemanların Facebook sayfalarına kopyalama gibi hain planlarım var, ama dur bakalım, henüz kafayı tam sıyırmadım. Emeklilik gelsin belki o zaman.
Günlük’ten sonraki en favori hediye de kitaptı. Eğer, bugün temel çocuk eserlerinin neredeyse hepsini okuduysam o çocuksu ve saf hediyeleşmeler sayesindedir. Zira, kitapları sadece birbirimize hediye etmezle kalmaz, okuduktan sonra da paylaşırdık.
… Ama karşılıklı hediyeleşme dediğim şey o kadardı işte. Yani resmi hediye alışverişi benim kafamda sadece oydu. Meğer bu okul geleneği bazı şirketlerde devam ediyormuş. Benim neredeyse 20 yıl önce yaptığım ve saf bir çocukluk anısı olarak hafızamda yer alan olgu, meğer muhtemelen o dönemleri yaşamak isteyen bazı menopoz teyzelerce devam ettiriliyormuş. Ya çocukluk anılarının yad edilmesi ya da şirket olarak hepimiz bir aileyiz mesajı olsa gerek. Yoksa bunun başka bir açıklamasını bulabilmiş değilim.
İşe girdiğimin 6ıncı ayı filandı. Gel hadi, dediler. Nereye, demeye kalmadan büyük toplantı odasında buldum kendimi. Herkes doluşmuştu. Personel Müdiresi Emel Hanım, elinde siyah kadife bir torba ile neşe içerisinde turluyordu, tombul elleriyle insanların hemen önünde torbayı açıyor, herkes torbadan kağıdı çekiyor ve Necla Hanım hemen gülücük saçarak torbayı kapatıyordu. Sıra bana geldi, çektim, gizlice açtım, okudum, eyvah! Genel Müdür bana çıkmıştı. Daha doğrusu Müdire Necla Hanım!
Ben hayatımda iki kez başımdan aşağı kaynar sular dökülmesi hissiyatını yaşadım, ey okuyucu. Birincisinde Peder Bey’e üniversitedeyken bir kafede ağızda sigara ile okey oynarken, üstelik kolumun altına da kız arkadaşımı atmış halde yakalandığımda, bir de bu müstesna anda. Herhangi biri değil ki bu; Müdire Hanım. Üstelik de işe yeni girmişim. Ne yapacaktım ne alacaktım hiç bilmiyordum. Zira hediye alma yeteneğim hiç yok.
Bu aşamada her erkeğin yaptığını yaptım. Bir kızın fikrini aldım. Kız arkadaşımın ilk tepkisi bir Saba Tümer kahkahası oldu. Benim için dünyanın en meşakkatli işinden birisi onun için adeta bir çocuk oyuncağı idi. Sık sık gittiği o meşhur, adı nedense benim aklımda hep MS hastalığı şeklinde kalan, İngiliz mağazasına gitmeye karar verdik. Tüm reyonları iyice gezdik ve bizimkisi bir atkı beğendi bizim müdireye. Fiyatı da makul. Güzelce sardırdım.
Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Bu arada hazır mağazayı gezerken hatun için de gizlice birşeyler baktım. Aklıma güzel, uzun bir siyah gecelik takıldı. Ertesi gün gittim, onu da güzelce paketledim. Fiyonkunu bu sefer kırmızı seçtim. Yılbaşı hediyesi. Oh, bu hediye defterini de kapattım.
Bu aşamada insan ‘eyvah bu saf paketleri mı karıştırdı’ diye geliyor ama kazın ayağı öyle diil. Hediye paketleri aynı olabilir ama fiyonkları farklı. Mavi fiyonk müdireye, kırmızı fiyonk ise bizim kıza.
Herşey tıkırında işliyor, oh be üzerimden büyük bir yük kalktı, ferahladım, hafifledim derken, hediyelerin verileceği gün geldi çattı. Mavi fiyonklu hediyeyi aldım işe gittim, çekmeceye koydum, hediye verilme saatini bekliyorum. Akşam üzeri 5 gibi verilecek, küçük de bir yılbaşı partisi yapılacak.
Saat 5 olunca, bizimkilerden birisi kapıdan içeri kafasını uzatıp ‘hadi gel parti başlıyor’ dedi. Güvenle çekmeceyi açtım, paketi aldım, mavi fiyonkunu tekrar kontrol ettim. Muhtemelen iki gündür dolabın dip köşesinde kazakların altında sıkıştığından biraz yana kaymış ama sorun yok ne de olsa mavi. Kırmızı değil işte. Kapıdan çıktım, partinin yapıldığı salona gittim, kendi hediyemi, üzerine Müdirenin ismini yazıp, o hediye bölümüne bıraktım. Parti başladı, muhabbetler eğlenceler ve hafiften de alkolün etkisiyle üzerimdeki stres iyice gitti. Ben muhabbetin neşesi içerisinde ve hafiften de çakırkeyf olmuş durumdayım. Trakyalıların yüz karası olarak 3üncü şarapta yine çakırkeyf olmayı başardım işte. Ama umurumda değil. Rahatlamışım, muhabbetin dibine dibine vuruyorum. Ektrafımdaki kalabalık hiç eksilmiyor. Derken hediyelerin açılma saati geldi. Sırasıyla hediyelerin üzerine yazdığımız isimler okunuyor ve ismi okunan gelip herkesin önünde hediyesini açıyor.
İşte ne olduysa tam o sırada oldu, bir titreme geldi bana:Telefon. Açtım bir mesaj. MMS. Allah Allah, ben hayatında MMS almış biri dilim. Mesajı açtım bir de ne göreyim. Bizim hatun, benim elbise dolabının önünde, yüzünde muzip bir gülümseme ile ekrana yaklaşıyor, elindeki iki hediye paketinin fiyonklarını değiştiriyor!!.. Aynı anda da ninni söyler gibi ekrana doğru mırıldanıyor, ondan nasıl olur da saklarmışım, dolabı temizlerken bi bakmış aaa bunlar da neymiş, onun hediyesi dip bucakta mı saklanırmış, hediyeler böyle değişirmiş, madem ona hediye almışım niye vermiyormuşum da bekliyor muşum.… hem fiyonkları değiştiriyor hem de arada ekrana bakıp, öyle olmaz böyle olur bakışı fırlatıyor.
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Etti mi sana 3. Böyle eşek şakası mı olur yahu. Kımıldayamaz haldeyim. Ben olayın şokunu üzerimden atamadan, mekanda bir ses yankılandı : “Necla Hanım”. Eyvah benim hediyem!..
Hızla kalabalığın arasından sıyrılıyorum. Kalabalık metrobüste, durakta inmesi gereken ama en arkada kalmış insan gibiyim; pardonlar afedersinler havada uçuşuyor. O’ndan önce olay yerine ulaşma niyetim var ama olmuyor. Tam ben hediyeye uzanacakken Personel Müdiresi Emel Hanım paketi yerinden alıp Genel Müdüre uzatıyor. Elim havada kalıyorum. İşte şimdi yan yanayız. Aferin oğlum sana. Bari hazır en arkadayken gizlice kaçıp, sıvışsaydın ya. Şimdi bir de en merkezi konuma geçtin iyi mi. Herkes resmi gülümsemesini suratlarına yerleştirmiş, ikimize bakıyor ve Müdürün elinde gecelik paketi var.
Gözlerim kararıyo gibi oluyor. Ellerini önünde birleştirmiş onlarca gülümseyen insan karşısında karşısında hafiften sendelerken, gözüm açılan pakete kayıyor…. Atkı. Evet evet atkı. Oh beeee. Gecelik diil. Rahatlıyorum. Necla Hanım kibarca teşekkür edip elimi sıkmak için bana uzatıyor. Ben ona sarılıyorum. Şaşırıyor herkes. O andan itibaren partinin en neşelisi ben oluyorum.
Bu aşamada insan ‘eyvah bu saf paketleri mı karıştırdı’ diye geliyor ama kazın ayağı öyle diil. Hediye paketleri aynı olabilir ama fiyonkları farklı. Mavi fiyonk müdireye, kırmızı fiyonk ise bizim kıza.
Herşey tıkırında işliyor, oh be üzerimden büyük bir yük kalktı, ferahladım, hafifledim derken, hediyelerin verileceği gün geldi çattı. Mavi fiyonklu hediyeyi aldım işe gittim, çekmeceye koydum, hediye verilme saatini bekliyorum. Akşam üzeri 5 gibi verilecek, küçük de bir yılbaşı partisi yapılacak.
Saat 5 olunca, bizimkilerden birisi kapıdan içeri kafasını uzatıp ‘hadi gel parti başlıyor’ dedi. Güvenle çekmeceyi açtım, paketi aldım, mavi fiyonkunu tekrar kontrol ettim. Muhtemelen iki gündür dolabın dip köşesinde kazakların altında sıkıştığından biraz yana kaymış ama sorun yok ne de olsa mavi. Kırmızı değil işte. Kapıdan çıktım, partinin yapıldığı salona gittim, kendi hediyemi, üzerine Müdirenin ismini yazıp, o hediye bölümüne bıraktım. Parti başladı, muhabbetler eğlenceler ve hafiften de alkolün etkisiyle üzerimdeki stres iyice gitti. Ben muhabbetin neşesi içerisinde ve hafiften de çakırkeyf olmuş durumdayım. Trakyalıların yüz karası olarak 3üncü şarapta yine çakırkeyf olmayı başardım işte. Ama umurumda değil. Rahatlamışım, muhabbetin dibine dibine vuruyorum. Ektrafımdaki kalabalık hiç eksilmiyor. Derken hediyelerin açılma saati geldi. Sırasıyla hediyelerin üzerine yazdığımız isimler okunuyor ve ismi okunan gelip herkesin önünde hediyesini açıyor.
İşte ne olduysa tam o sırada oldu, bir titreme geldi bana:Telefon. Açtım bir mesaj. MMS. Allah Allah, ben hayatında MMS almış biri dilim. Mesajı açtım bir de ne göreyim. Bizim hatun, benim elbise dolabının önünde, yüzünde muzip bir gülümseme ile ekrana yaklaşıyor, elindeki iki hediye paketinin fiyonklarını değiştiriyor!!.. Aynı anda da ninni söyler gibi ekrana doğru mırıldanıyor, ondan nasıl olur da saklarmışım, dolabı temizlerken bi bakmış aaa bunlar da neymiş, onun hediyesi dip bucakta mı saklanırmış, hediyeler böyle değişirmiş, madem ona hediye almışım niye vermiyormuşum da bekliyor muşum.… hem fiyonkları değiştiriyor hem de arada ekrana bakıp, öyle olmaz böyle olur bakışı fırlatıyor.
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Etti mi sana 3. Böyle eşek şakası mı olur yahu. Kımıldayamaz haldeyim. Ben olayın şokunu üzerimden atamadan, mekanda bir ses yankılandı : “Necla Hanım”. Eyvah benim hediyem!..
Hızla kalabalığın arasından sıyrılıyorum. Kalabalık metrobüste, durakta inmesi gereken ama en arkada kalmış insan gibiyim; pardonlar afedersinler havada uçuşuyor. O’ndan önce olay yerine ulaşma niyetim var ama olmuyor. Tam ben hediyeye uzanacakken Personel Müdiresi Emel Hanım paketi yerinden alıp Genel Müdüre uzatıyor. Elim havada kalıyorum. İşte şimdi yan yanayız. Aferin oğlum sana. Bari hazır en arkadayken gizlice kaçıp, sıvışsaydın ya. Şimdi bir de en merkezi konuma geçtin iyi mi. Herkes resmi gülümsemesini suratlarına yerleştirmiş, ikimize bakıyor ve Müdürün elinde gecelik paketi var.
Gözlerim kararıyo gibi oluyor. Ellerini önünde birleştirmiş onlarca gülümseyen insan karşısında karşısında hafiften sendelerken, gözüm açılan pakete kayıyor…. Atkı. Evet evet atkı. Oh beeee. Gecelik diil. Rahatlıyorum. Necla Hanım kibarca teşekkür edip elimi sıkmak için bana uzatıyor. Ben ona sarılıyorum. Şaşırıyor herkes. O andan itibaren partinin en neşelisi ben oluyorum.
Akşam eve geldiğimde ise hatuna çok somurttum. Meğer o da kendi hediyesinin içeriğini bilmiyormuş. İki hediyenin de benzer boyutta olduğunu görünce ve hediye almayı bi türlü beceremeyen beni bildiği tanıdığı için, bir de üstüne üstlük atkıyı da kendisi beğendiği için, gene gidip aynısından kendisine de farklı bir renkte atkı aldığımı sanmış. Zira geçmişte, hediye alamama yeteneksizliğimden dolayı anneme ve kız kardeşime aynı hediyeyi farklı renklerde almışlığım vardır. Yine de kıyamayıp asıl hediyeleri değiştirmemiş... ama olan bana olmuştu.
Bir daha da yılbaşı hediyesi alma işine hiç dahil olmadım. Iyi böyle.
Bir daha da yılbaşı hediyesi alma işine hiç dahil olmadım. Iyi böyle.
Rahat.
Dökülen kaynar su filan yok en azından. Güvenli.
Güzel yazı olmuş hocam teşekkürler
YanıtlaSil