Bir Abazanın Sevgili Edinme ve Yatağa At(ama)ma Günlüğü
3 Ağustos: Ne yapacağımı bilemiyorum. Tam bir şaşkınlık içindeyim. Buluşma teklifini kabul etti, evet kabul etti. Etmez sanmıştım, öylesine messenger’da sormuştum, ama etti işte. Tam bi mavi ekran durumundayım. Bunca yıldır ilk kez bir kız teklifime evet dedi. Hem kameradan görebildiğim kadarıyla ortalamanın da üzerinde bir kız. Ne yapacam, ne giyecem ben şimdi…. Ulan ben bile erkek halimle bütün gardırobu 2 defa komple giydim çıkardım, şimdi o kız kimbilir naapıyodur. Kızları şimdi daha iyi anladım, ne yalan söyliyeyim.
5 Ağustos: Çok enteresan bir buluşma oldu. Çok stresliydim ne yapacağımı bilemedim. Ellerimi ceplerimden hiç çıkarmadım iyi mi. Ama onun da bir eli hep sıkı sıkı çantasındaydı. Ne o öyle, sanki çantasını kapıp kaçacakmışım gibi. Gerçi diğer eli boştaydı... Ulan tutsa mıydım yaa.. Uff zor işmiş bunlar... En azından kızın oturduğu memleketini, kaç kardeş olduğunu, aslen nereli olduğunu, 7 sülalesinin tarihini, annesinin işini, babasının işini, kardeşlerinin mesleklerini, kızın burcunu, yükselenini ve burcunun tüm özelliklerini öğrendim. En sevdiği rengi, kitabı filan biliyorum artık. Filmlerden filan da bahsettik sanki. Ben en iyisi şu burç meselesini biraz daha çalışayım, çünkü bir tek o konuyu konuşurken gözleri parlamıştı. İkinci buluşmayı da kaptım. Olacak sanki bu iş :)Kendime not: Parfüm şişesinin tamamı sıkılmayacak. Salak gibi ben de kızı bir ara nezle filan sandım yaa. Meğer burnunu siliyor ayağına, kızcağız sürekli bildiğin burnunu kapatıyormuş ya la. Kendime ikinci not, Fareler ve İnsanlar kitabı internetten araştırılacak, özeti bulunacak, bir sonraki buluşmada arada bir şekilde bahsedilecek. Bi de bu ‘Notebook’ ne lan? Neden bilgisayarı sevdiğini söyledi ki durup duruken? Hem ‘cam’ açık konuşmuştuk diye filan mı acep?
11 Ağustos: Sinemaya götürdüm. En azından bu sefer, 7 nesil sülalesini sormak gibi salaklıklar yapmadım. Konuşmamak iyi oldu benim için. Film öncesi ve sonrası derken 3 saati yan yana konuşmadan, yani bana göre çok güzel bir şekilde geçirdik. Gerçi filme girerken pek yüzü gülmüyordu ama neyse, gene de bi salaklık yapmadığım için bugünü pozitif olarak değerlendiriyorum. Ayrılırken, sadece yanaktan bir buse öptürdü. Bu arada yanağı ne kadar da yumuşakmış. Bi hareketlenme oldu bende.
Kendime not: Expandables 2, film olarak iyi bir tercih değil. Biraz daha romantik bir film seçilmeye çalışılacak. Kendime ikinci not. Henüz bu ilk aşamalarda Istiklal Caddesi gibi çok kalabalık yerlerde buluşma olmayacak. Nasıl anlıyorlar nasıl algılıyorlar bilemedim; bir sürü çiçekçi roman teyze peşimi cadde boyunca hiç bırakmadı. “abe sevdiceene bi gül al beya” lafları hala kulağımda çınlıyor. Bir de utanmadan uyduruk bir güle 20 kaat istedi iyi mi. Kızcağızın o isteyen ve masum bakışını gördüler tabii. Ah ulan ah bir güle 20 kaat. Olur mu ulan olur mu bu be. Soygunculuk resmen. Bütçe gitti. Öpücüğe değdi mi lan acaba. Artık harekete geçme zamanı geldi.
16 Ağustos: Nihayet onu parka götürmeye ikna edebildim. Haftaiçini de seçtim ki tenha olsun. Hem eve de yakın bir yer, hemen eve geçebiliriz. Hem de masrafsız. Bi çay-simite fit olurduk. Ama olduk mu? Tabii ki hayır. Ne güzel oturduk banklara, konuşuyoruz filan. Hafiften de sarılmışız, birbirimize. Ama ne zaman yanaktan ufak ufak öpmeye başlayınca, bir terslemeler, bi ‘bu anın tadını çıkarmak istiyorum’lar. Ulan hangi anın nasıl tadını çıkaracan, daha dudağa bile geçemedik ki. Sarıl sarıl nereye kadar... Akşam eve geldiğimde barut gibiydim.
19 Ağustos: Bilmediğim lüks bir yere yemeğe gittik. Neymiş efendim, bu sefer o seçecekmiş. Geçen sefer hoş olmamışmış. Hesap iyice girdi. Belli etmedim ama çok sinirliyim, bir de yemekte sürekli eski sevgilisinden bahsetti, neymiş efendim hemen üzerine atlamak istemişmiş, odunmuş. Bana laf mı çakıyor, naapıyor anlamadım ki. Haa bir de ex’i çok pintiymiş. İyice kopardı bu kız beni, o kadar hesabı sen hayatında gördün mü hiç kızım. Elizabeth gel ulan.
25 Ağustos: Bu işi olmayacak gibi… Oysa çok güzel bir haberle başlamıştı gün. Bu sefer beni evine çağırmıştı. En sevdiği kız arkadaşı çok ısrar etmiş, kıramazmış. Bu akşam olacak galiba deyip, hevesle kızın evine gittim. Bir de ne göreyim, evde 3 tane kız bir tane de erkek var. O da birinin erkek arkadaşı filan değilmiş ha. Sonradan çaktım. Resmen tufaya getirdiler beni. Sanırım kız grubu bi rakip çıkardı karşıma. Ulan çocuk da yakışıklıydı valla. Üstelik tüm sofrayı o hazırladı. Meğer adi herifin yemek kursu sertifikası varmış. Mutfağa bi girdi, kimseyi de sokmuyor pis herif. Kızların yarımağızlı 'ay yardım etseydik' laflarını bile hiç duymadı. Adam önlüğü geçirdiği andan itibaren adeta danseder gibi mutfakta bir sağa bir sola doğru kuğu gibi süzüldükçe ben yerin dibine girdim. Ben hayatımda mutfağa girmiş insan dilim ki. En fazla tabak çatal yerleştirebildim sofraya. Yalnız hakkını vermem lazım, ben bu kadar güzel menemen yemedim aga. Bir de o tek elle iki yumurtayı kırma hareketi yok mu, işte sanırım benim bittiğim an o andı. Zira kızların resmen ağızları açık kaldı yav. Çok eğlenmiş gibi göründüm ama moral sıfıra indi.
27 Ağustos: Dermatologa gittim. Parmakta nasır olmuş. Böyle çok vaka geliyomuş. Gülerek bir krem yazdı, bir hafta sürecez artık.
1 Eylül: Aradı. ‘Geçen sefer ki ekip topluca Bebek’e bruncha gidiyoruz, hadi atla, sen de gel’ dedi. İşim var, dedim. İyice yerin dibine mi sokacaksınız yav beni. Yok yok, gerçekten olmayacak bu iş. En iyisi Messenger’ı tekrar kurayım bilgisayara.
16 Aralık 2012 Pazar
Erkekler Venüsten
Etiketler:
bebek,
brunch,
cimri,
çay simit,
dermatolog,
elizabeth,
eski sevgili,
expandables,
fareler ve insanlar,
ilk buluşma,
istiklal caddesi,
mavi ekran,
messenger,
notebook,
parfüm şişesini boşaltmak,
sinema
10 Aralık 2012 Pazartesi
Mağaza
Çoğumuzun başına gelmiştir. Bir mağazaya girersiniz, raflarda dolanırsınız. Boş boş, elbiselere gömleklere pantolonlara eteklere bluzlara bakarsınız… Artık giyim kuşamınızdan mıdır, yoksa genel tipinizden mi bilmem, birisi sizi mağaza görevlisi zanneder yardım ister.
O gün de başımıza bu geldi.
Bayan tekstil ürünleri satan bir mağazadayız. Necati, henüz birkaç aydır birlikte olduğu kız arkadaşı ve ben. Üçümüz birlikte caddede neşeli bir muhabbet içerisinde yürürken, Necati’nin kız arkadaşı mağaza camındaki kocaman “%50ye varan indirim” yazısını görünce bir an için kendinden geçti ve bizi hızla içeriye sürükledi. Mağazaya girince kendini iyice kaybeden kızcağız bir tomar giysiyi kucakladığı gibi, sanki arkasından kovalıyorlarmış gibi kabine koştu. Necati ise her zamanki gibi kabinin önünde turluyordu. Birkaç dakika geçmemişti ki, kabinin içinden kızın sesini duyduk. Daha doğrusu Necati’ye seslendi. “Bunun bir büyüğü var mıydı? Bir de mavisi vardı orada onu da getirir misin?"
Necati, ilişkide daha canım cicim aylarında olmalarından dolayı, hızlıca kabinin kapısının üst kısmına atılmış olan giysileri topladığı gibi ilgili reyonları aramaya ve gerekli beden ve renkleri araştırmaya başlamıştı ki, hemen yan tarafındaki bir kadından Necati için artık olağan hale gelmiş o ses duyuldu:
“Pardon…Bakar mısınız?… Bunun bi boy büyüğünü arıyorum ama…Yardımcı olur musunuz?”
Bayan tekstil ürünleri satan bir mağazadayız. Necati, henüz birkaç aydır birlikte olduğu kız arkadaşı ve ben. Üçümüz birlikte caddede neşeli bir muhabbet içerisinde yürürken, Necati’nin kız arkadaşı mağaza camındaki kocaman “%50ye varan indirim” yazısını görünce bir an için kendinden geçti ve bizi hızla içeriye sürükledi. Mağazaya girince kendini iyice kaybeden kızcağız bir tomar giysiyi kucakladığı gibi, sanki arkasından kovalıyorlarmış gibi kabine koştu. Necati ise her zamanki gibi kabinin önünde turluyordu. Birkaç dakika geçmemişti ki, kabinin içinden kızın sesini duyduk. Daha doğrusu Necati’ye seslendi. “Bunun bir büyüğü var mıydı? Bir de mavisi vardı orada onu da getirir misin?"
Necati, ilişkide daha canım cicim aylarında olmalarından dolayı, hızlıca kabinin kapısının üst kısmına atılmış olan giysileri topladığı gibi ilgili reyonları aramaya ve gerekli beden ve renkleri araştırmaya başlamıştı ki, hemen yan tarafındaki bir kadından Necati için artık olağan hale gelmiş o ses duyuldu:
“Pardon…Bakar mısınız?… Bunun bi boy büyüğünü arıyorum ama…Yardımcı olur musunuz?”
Artık tipinden midir, havasından mıdır, suyundan mıdır, yoksa giymeyi her zaman sevdiği beyaz gömleğinden midir bilmem, bu olay sadece benim görebildiğim kadarıyla, en az 3-4 kez Necati’inin başına gelmiş durumdaydı. Sanırım artık o da kanıksamış olmalı ki, eskiden güler yüzle personel olmadığını söylerken, artık ya kibarca ‘tabi’ deyip uzaklaşıyor ve yakında gördüğü görevliye işaret edip yardım isteyen o kişiye yönlendiriyor ya da direkt kendisi yardımcı oluyordu. Bu sefer de öyle oldu.
50 yaşlarındaki bir kadın, rafları dolaşırken, elinde bayan tişörtleri ve bluzları olduğu halde rafları karıştıran Necati’yi gözüne kestirmişti. Elinde zaten oldukça bol olan bir bluzla birlikte Necati’nin dibine kadar sokuldu, usulca Necati’ye doğru eğildi. Necati de bu kadar yakın teması beklemiyordu. Kadın fısıldıyor ama çok hızlı konuşuyordu:
“Bu mağaza çalışanlarının SSKsı filan vardır di mi? Ay çocuğum bizim kız burdan birini beğenmiş… ben de geldim, bi bakayım dedim… bak kızımın haberi yok…. ona göre yani…. kimseye söyleme tamam mı çocuum…. burda Mehmet diye birisi varmış, tanıyo musun çocuum…. kimdir kimlerdendir… ne kadar maaş alır… efendi biri midir….hırlı mıdır hırsız mıdır…. benim kızımla ciddi mi yoksa gönül mü eğlendiriyor. He çocuum? Tanıyo musun evladım. Kimdir bu Mehmet, ne kadar zamandır burda çalışıyor? Temiz biri midir? Hem sizin maaşınız ne kadar bakiim çocuum?..”
Necati’nin ağzından şaşkınlıkla “Bilmem ki acaba, mağazalarda asgari ücret veriyolar diye biliyorum ben..” diye bir cümle çıkıverdi. Kadın hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
50 yaşlarındaki bir kadın, rafları dolaşırken, elinde bayan tişörtleri ve bluzları olduğu halde rafları karıştıran Necati’yi gözüne kestirmişti. Elinde zaten oldukça bol olan bir bluzla birlikte Necati’nin dibine kadar sokuldu, usulca Necati’ye doğru eğildi. Necati de bu kadar yakın teması beklemiyordu. Kadın fısıldıyor ama çok hızlı konuşuyordu:
“Bu mağaza çalışanlarının SSKsı filan vardır di mi? Ay çocuğum bizim kız burdan birini beğenmiş… ben de geldim, bi bakayım dedim… bak kızımın haberi yok…. ona göre yani…. kimseye söyleme tamam mı çocuum…. burda Mehmet diye birisi varmış, tanıyo musun çocuum…. kimdir kimlerdendir… ne kadar maaş alır… efendi biri midir….hırlı mıdır hırsız mıdır…. benim kızımla ciddi mi yoksa gönül mü eğlendiriyor. He çocuum? Tanıyo musun evladım. Kimdir bu Mehmet, ne kadar zamandır burda çalışıyor? Temiz biri midir? Hem sizin maaşınız ne kadar bakiim çocuum?..”
Necati’nin ağzından şaşkınlıkla “Bilmem ki acaba, mağazalarda asgari ücret veriyolar diye biliyorum ben..” diye bir cümle çıkıverdi. Kadın hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
“Nee asgari ücret miiii? Ay o kadar az mı alıyorsunuz siiiz?…” Necati araya girmeye çalışıyor ama kadının hızlı konuşmaları yüzünden bir türlü meramını anlatamıyordu. Zira kadın dur durak bilmiyor adeta nefes almadan konuşuyordu “Çocuum asgari ücretle nasıl ev geçindirilir?... Ay bizim kız da saf çıktı ayol…Yaa bak işte… Gördün mü sen.. Bak bak… Kızını böyle serbest bırakırsan ya davulcuya varırmış ya da zurnacıya işte… Bak bizimkisi de asgari ücretliye sevdalandı…. Kandırdılar bizim kızı yavrum…Bak çocuuum üzerine alınma yavrıım..ama ben o kıza söyledim…bak dedim…olmaz böyle dedim… Hem de asgari ücretmiş haaa…eyvahlar olsun… ben yıllarca çektim, üç beş çatal bıçak bir kaç tencere bir de küçük piknik tüpü vardı evlendiğimde…yıllarca kayınvalidemle yaşadım...çok çile çektim evladım…aynısını kızım da çekmesin istedim… hep dua ettim…kızım bari bu yollardan geçmesin…eli yüzü maaşı düzgün biriyle evlensin istedim…çok mu şey istedim evladım.. ama bak evladım..oldu mu bu şimdi yavrum…hem de asgari ücret haa.. naapıcaz bilmem ki..nasıl vazgeçirsek bilmem ki…”
Necati ne diyeceğini bilemiyordu, 1 dakika içerisinde kadın kendisinin tüm yaşamını anlatıvermişti. “Hamfendi ben sandığınız kiş…” diyordu ki, mağazanın giriş kapısında “Annee??” diye bir çığlık koptu. Kadının kızı olduğunu öğrendiğimiz genç kız, bir elinde kadın bluzları olan beyaz gömlekli Necati’yi ve ona iyice sokulmuş halde konuşan annesini görünce bir anda ağlamaya başladı. “Anne naaptın sen yaa? Rezil ettin beni yaa..” diyerek annesinin yanına kadar geldi.
Herkes nooluyo diye bize doğru bakıyordu, Necati ellerinde mavi tişört ve lila rengi bluz ile anne ve kızının arasında kala kalmıştı. Anne kız tartışmaya başladılar.
Necati ne diyeceğini bilemiyordu, 1 dakika içerisinde kadın kendisinin tüm yaşamını anlatıvermişti. “Hamfendi ben sandığınız kiş…” diyordu ki, mağazanın giriş kapısında “Annee??” diye bir çığlık koptu. Kadının kızı olduğunu öğrendiğimiz genç kız, bir elinde kadın bluzları olan beyaz gömlekli Necati’yi ve ona iyice sokulmuş halde konuşan annesini görünce bir anda ağlamaya başladı. “Anne naaptın sen yaa? Rezil ettin beni yaa..” diyerek annesinin yanına kadar geldi.
Herkes nooluyo diye bize doğru bakıyordu, Necati ellerinde mavi tişört ve lila rengi bluz ile anne ve kızının arasında kala kalmıştı. Anne kız tartışmaya başladılar.
“Asgari ücret diyor işte bak… gördün mü?” diye Necatiyi gösterdi, “Nasıl geçineceksiniz kızım asgari ücretle?..ha nasıl?…”
Kız şaşkınlıkla Necatiye baktı, “Sen ne karışıyorsun” diye çıkıştı. “Hem kimsin sen? Yeni mi başladın bakiim burda? Mehmet’e şikayet edicem seni. Attırcam seni burdan?” diye bağırmaya başladı.
Bu arada Necati’nin kız arkadaşı beklediği şeyler gelmeyince ve gürültüyü de duyunca, kabinlerden çıkıp gelmişti. Şaşkınlıkla olan biteni izliyordu. “Bunlar ne diyor Necati? Kim bunlar?” diye sordu.
Necati adeta ağlamaklı yüzüyle “Hayatım bu kadın beni, mağaza personeli sandı” diyebildi. Tam o sırada Teyze yüzünü Necati’ye döndü “Neee? Sen personel diil misin? Tüüüh utanmaaaaz. Bir de sırlarımı anlattım sana bak. Utanmadan hepsini dinlediiiin…İnsan bi konuşur di mi? Bi söyler di mi? ben personel dilim der di mi..”
Teyze yine makineli tüfek gibi konuşmaya başlamıştı ki, meşhur Mehmet olay yerine geldi:
“Bi müsaade eder misiniz?” diye yüksek sesle olaya müdahale etti. Tam o sırada genç kızı gördü, yelkenleri suya indirdi. “Hayatım sen de mi burdasın? Hoşgeldin. Hayırdır?” diyebildi sessizce.
Meğer Mehmet mağazanın satış müdürüymüş. Maaşı da oldukça iyiymiş. Teyzeyi zor ikna ettiler. Mehmet, teyzeyi ve kızını hemen arka tarafa götürdü, çay söyledi. Teyze ve kızı arasındaki krizi de soğuttu.
Ama olan yine Necati’ye olmuştu. O günden sonra asla beyaz gömlek giymedi. Ne hastanede ne de başka bir yerde…
Kız şaşkınlıkla Necatiye baktı, “Sen ne karışıyorsun” diye çıkıştı. “Hem kimsin sen? Yeni mi başladın bakiim burda? Mehmet’e şikayet edicem seni. Attırcam seni burdan?” diye bağırmaya başladı.
Bu arada Necati’nin kız arkadaşı beklediği şeyler gelmeyince ve gürültüyü de duyunca, kabinlerden çıkıp gelmişti. Şaşkınlıkla olan biteni izliyordu. “Bunlar ne diyor Necati? Kim bunlar?” diye sordu.
Necati adeta ağlamaklı yüzüyle “Hayatım bu kadın beni, mağaza personeli sandı” diyebildi. Tam o sırada Teyze yüzünü Necati’ye döndü “Neee? Sen personel diil misin? Tüüüh utanmaaaaz. Bir de sırlarımı anlattım sana bak. Utanmadan hepsini dinlediiiin…İnsan bi konuşur di mi? Bi söyler di mi? ben personel dilim der di mi..”
Teyze yine makineli tüfek gibi konuşmaya başlamıştı ki, meşhur Mehmet olay yerine geldi:
“Bi müsaade eder misiniz?” diye yüksek sesle olaya müdahale etti. Tam o sırada genç kızı gördü, yelkenleri suya indirdi. “Hayatım sen de mi burdasın? Hoşgeldin. Hayırdır?” diyebildi sessizce.
Meğer Mehmet mağazanın satış müdürüymüş. Maaşı da oldukça iyiymiş. Teyzeyi zor ikna ettiler. Mehmet, teyzeyi ve kızını hemen arka tarafa götürdü, çay söyledi. Teyze ve kızı arasındaki krizi de soğuttu.
Ama olan yine Necati’ye olmuştu. O günden sonra asla beyaz gömlek giymedi. Ne hastanede ne de başka bir yerde…
5 Aralık 2012 Çarşamba
Hediye
Yılbaşı yaklaşıyor.
Bazı ofis çalışanlarının en korktuğu zamanlardan biridir yılbaşı. Zira geleneksel(!) hediyeleşme zamanıdır. Herkes, tüm ofis çalışanlarının isimlerin yazılı olduğu torbaya birer birer el atar ve adeta tombala çeker gibi isim çeker. Çekilen isme münasip bir hediye alma zorunluluğu vardır. Yılbaşı partisinin verileceği gün tüm hediyeler karşılıklı verilir.
Zaten normal bir hediye almasını bilmeyen, beceremeyen benim gibiler için bir de böyle resmi hediyeleşme işi, adeta bir eziyet gibidir.
Ben bu adeti, ortaokul lise zamanından sonra ortadan kalktı sanmıştım. Henüz toy birer çocuk olduğumuz o dönemlerde bu organizasyonu nedense bayan bir öğretmenimiz yapardı. O zamanki en favori hediye; günlük idi. Herkes birbirine şehrin en güzel kırtasiyecisinden alınmış rengarenk bir günlük hediye eder, sonra tüm sınıfça o günlüğü doldurma yarışı yapılırdı. 2 full günlük bitirmiştim bu sayede. Evde hala ikisi de durur, atmaya kıyamam. Bir gün bana yazılan ‘o kalbim kadar temiz’ her bir sayfayı scanner’da tarayıp elemanların Facebook sayfalarına kopyalama gibi hain planlarım var, ama dur bakalım, henüz kafayı tam sıyırmadım. Emeklilik gelsin belki o zaman.
Günlük’ten sonraki en favori hediye de kitaptı. Eğer, bugün temel çocuk eserlerinin neredeyse hepsini okuduysam o çocuksu ve saf hediyeleşmeler sayesindedir. Zira, kitapları sadece birbirimize hediye etmezle kalmaz, okuduktan sonra da paylaşırdık.
… Ama karşılıklı hediyeleşme dediğim şey o kadardı işte. Yani resmi hediye alışverişi benim kafamda sadece oydu. Meğer bu okul geleneği bazı şirketlerde devam ediyormuş. Benim neredeyse 20 yıl önce yaptığım ve saf bir çocukluk anısı olarak hafızamda yer alan olgu, meğer muhtemelen o dönemleri yaşamak isteyen bazı menopoz teyzelerce devam ettiriliyormuş. Ya çocukluk anılarının yad edilmesi ya da şirket olarak hepimiz bir aileyiz mesajı olsa gerek. Yoksa bunun başka bir açıklamasını bulabilmiş değilim.
İşe girdiğimin 6ıncı ayı filandı. Gel hadi, dediler. Nereye, demeye kalmadan büyük toplantı odasında buldum kendimi. Herkes doluşmuştu. Personel Müdiresi Emel Hanım, elinde siyah kadife bir torba ile neşe içerisinde turluyordu, tombul elleriyle insanların hemen önünde torbayı açıyor, herkes torbadan kağıdı çekiyor ve Necla Hanım hemen gülücük saçarak torbayı kapatıyordu. Sıra bana geldi, çektim, gizlice açtım, okudum, eyvah! Genel Müdür bana çıkmıştı. Daha doğrusu Müdire Necla Hanım!
Ben hayatımda iki kez başımdan aşağı kaynar sular dökülmesi hissiyatını yaşadım, ey okuyucu. Birincisinde Peder Bey’e üniversitedeyken bir kafede ağızda sigara ile okey oynarken, üstelik kolumun altına da kız arkadaşımı atmış halde yakalandığımda, bir de bu müstesna anda. Herhangi biri değil ki bu; Müdire Hanım. Üstelik de işe yeni girmişim. Ne yapacaktım ne alacaktım hiç bilmiyordum. Zira hediye alma yeteneğim hiç yok.
Bu aşamada her erkeğin yaptığını yaptım. Bir kızın fikrini aldım. Kız arkadaşımın ilk tepkisi bir Saba Tümer kahkahası oldu. Benim için dünyanın en meşakkatli işinden birisi onun için adeta bir çocuk oyuncağı idi. Sık sık gittiği o meşhur, adı nedense benim aklımda hep MS hastalığı şeklinde kalan, İngiliz mağazasına gitmeye karar verdik. Tüm reyonları iyice gezdik ve bizimkisi bir atkı beğendi bizim müdireye. Fiyatı da makul. Güzelce sardırdım.
Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Bu arada hazır mağazayı gezerken hatun için de gizlice birşeyler baktım. Aklıma güzel, uzun bir siyah gecelik takıldı. Ertesi gün gittim, onu da güzelce paketledim. Fiyonkunu bu sefer kırmızı seçtim. Yılbaşı hediyesi. Oh, bu hediye defterini de kapattım.
Bu aşamada insan ‘eyvah bu saf paketleri mı karıştırdı’ diye geliyor ama kazın ayağı öyle diil. Hediye paketleri aynı olabilir ama fiyonkları farklı. Mavi fiyonk müdireye, kırmızı fiyonk ise bizim kıza.
Herşey tıkırında işliyor, oh be üzerimden büyük bir yük kalktı, ferahladım, hafifledim derken, hediyelerin verileceği gün geldi çattı. Mavi fiyonklu hediyeyi aldım işe gittim, çekmeceye koydum, hediye verilme saatini bekliyorum. Akşam üzeri 5 gibi verilecek, küçük de bir yılbaşı partisi yapılacak.
Saat 5 olunca, bizimkilerden birisi kapıdan içeri kafasını uzatıp ‘hadi gel parti başlıyor’ dedi. Güvenle çekmeceyi açtım, paketi aldım, mavi fiyonkunu tekrar kontrol ettim. Muhtemelen iki gündür dolabın dip köşesinde kazakların altında sıkıştığından biraz yana kaymış ama sorun yok ne de olsa mavi. Kırmızı değil işte. Kapıdan çıktım, partinin yapıldığı salona gittim, kendi hediyemi, üzerine Müdirenin ismini yazıp, o hediye bölümüne bıraktım. Parti başladı, muhabbetler eğlenceler ve hafiften de alkolün etkisiyle üzerimdeki stres iyice gitti. Ben muhabbetin neşesi içerisinde ve hafiften de çakırkeyf olmuş durumdayım. Trakyalıların yüz karası olarak 3üncü şarapta yine çakırkeyf olmayı başardım işte. Ama umurumda değil. Rahatlamışım, muhabbetin dibine dibine vuruyorum. Ektrafımdaki kalabalık hiç eksilmiyor. Derken hediyelerin açılma saati geldi. Sırasıyla hediyelerin üzerine yazdığımız isimler okunuyor ve ismi okunan gelip herkesin önünde hediyesini açıyor.
İşte ne olduysa tam o sırada oldu, bir titreme geldi bana:Telefon. Açtım bir mesaj. MMS. Allah Allah, ben hayatında MMS almış biri dilim. Mesajı açtım bir de ne göreyim. Bizim hatun, benim elbise dolabının önünde, yüzünde muzip bir gülümseme ile ekrana yaklaşıyor, elindeki iki hediye paketinin fiyonklarını değiştiriyor!!.. Aynı anda da ninni söyler gibi ekrana doğru mırıldanıyor, ondan nasıl olur da saklarmışım, dolabı temizlerken bi bakmış aaa bunlar da neymiş, onun hediyesi dip bucakta mı saklanırmış, hediyeler böyle değişirmiş, madem ona hediye almışım niye vermiyormuşum da bekliyor muşum.… hem fiyonkları değiştiriyor hem de arada ekrana bakıp, öyle olmaz böyle olur bakışı fırlatıyor.
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Etti mi sana 3. Böyle eşek şakası mı olur yahu. Kımıldayamaz haldeyim. Ben olayın şokunu üzerimden atamadan, mekanda bir ses yankılandı : “Necla Hanım”. Eyvah benim hediyem!..
Hızla kalabalığın arasından sıyrılıyorum. Kalabalık metrobüste, durakta inmesi gereken ama en arkada kalmış insan gibiyim; pardonlar afedersinler havada uçuşuyor. O’ndan önce olay yerine ulaşma niyetim var ama olmuyor. Tam ben hediyeye uzanacakken Personel Müdiresi Emel Hanım paketi yerinden alıp Genel Müdüre uzatıyor. Elim havada kalıyorum. İşte şimdi yan yanayız. Aferin oğlum sana. Bari hazır en arkadayken gizlice kaçıp, sıvışsaydın ya. Şimdi bir de en merkezi konuma geçtin iyi mi. Herkes resmi gülümsemesini suratlarına yerleştirmiş, ikimize bakıyor ve Müdürün elinde gecelik paketi var.
Gözlerim kararıyo gibi oluyor. Ellerini önünde birleştirmiş onlarca gülümseyen insan karşısında karşısında hafiften sendelerken, gözüm açılan pakete kayıyor…. Atkı. Evet evet atkı. Oh beeee. Gecelik diil. Rahatlıyorum. Necla Hanım kibarca teşekkür edip elimi sıkmak için bana uzatıyor. Ben ona sarılıyorum. Şaşırıyor herkes. O andan itibaren partinin en neşelisi ben oluyorum.
Bu aşamada insan ‘eyvah bu saf paketleri mı karıştırdı’ diye geliyor ama kazın ayağı öyle diil. Hediye paketleri aynı olabilir ama fiyonkları farklı. Mavi fiyonk müdireye, kırmızı fiyonk ise bizim kıza.
Herşey tıkırında işliyor, oh be üzerimden büyük bir yük kalktı, ferahladım, hafifledim derken, hediyelerin verileceği gün geldi çattı. Mavi fiyonklu hediyeyi aldım işe gittim, çekmeceye koydum, hediye verilme saatini bekliyorum. Akşam üzeri 5 gibi verilecek, küçük de bir yılbaşı partisi yapılacak.
Saat 5 olunca, bizimkilerden birisi kapıdan içeri kafasını uzatıp ‘hadi gel parti başlıyor’ dedi. Güvenle çekmeceyi açtım, paketi aldım, mavi fiyonkunu tekrar kontrol ettim. Muhtemelen iki gündür dolabın dip köşesinde kazakların altında sıkıştığından biraz yana kaymış ama sorun yok ne de olsa mavi. Kırmızı değil işte. Kapıdan çıktım, partinin yapıldığı salona gittim, kendi hediyemi, üzerine Müdirenin ismini yazıp, o hediye bölümüne bıraktım. Parti başladı, muhabbetler eğlenceler ve hafiften de alkolün etkisiyle üzerimdeki stres iyice gitti. Ben muhabbetin neşesi içerisinde ve hafiften de çakırkeyf olmuş durumdayım. Trakyalıların yüz karası olarak 3üncü şarapta yine çakırkeyf olmayı başardım işte. Ama umurumda değil. Rahatlamışım, muhabbetin dibine dibine vuruyorum. Ektrafımdaki kalabalık hiç eksilmiyor. Derken hediyelerin açılma saati geldi. Sırasıyla hediyelerin üzerine yazdığımız isimler okunuyor ve ismi okunan gelip herkesin önünde hediyesini açıyor.
İşte ne olduysa tam o sırada oldu, bir titreme geldi bana:Telefon. Açtım bir mesaj. MMS. Allah Allah, ben hayatında MMS almış biri dilim. Mesajı açtım bir de ne göreyim. Bizim hatun, benim elbise dolabının önünde, yüzünde muzip bir gülümseme ile ekrana yaklaşıyor, elindeki iki hediye paketinin fiyonklarını değiştiriyor!!.. Aynı anda da ninni söyler gibi ekrana doğru mırıldanıyor, ondan nasıl olur da saklarmışım, dolabı temizlerken bi bakmış aaa bunlar da neymiş, onun hediyesi dip bucakta mı saklanırmış, hediyeler böyle değişirmiş, madem ona hediye almışım niye vermiyormuşum da bekliyor muşum.… hem fiyonkları değiştiriyor hem de arada ekrana bakıp, öyle olmaz böyle olur bakışı fırlatıyor.
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Etti mi sana 3. Böyle eşek şakası mı olur yahu. Kımıldayamaz haldeyim. Ben olayın şokunu üzerimden atamadan, mekanda bir ses yankılandı : “Necla Hanım”. Eyvah benim hediyem!..
Hızla kalabalığın arasından sıyrılıyorum. Kalabalık metrobüste, durakta inmesi gereken ama en arkada kalmış insan gibiyim; pardonlar afedersinler havada uçuşuyor. O’ndan önce olay yerine ulaşma niyetim var ama olmuyor. Tam ben hediyeye uzanacakken Personel Müdiresi Emel Hanım paketi yerinden alıp Genel Müdüre uzatıyor. Elim havada kalıyorum. İşte şimdi yan yanayız. Aferin oğlum sana. Bari hazır en arkadayken gizlice kaçıp, sıvışsaydın ya. Şimdi bir de en merkezi konuma geçtin iyi mi. Herkes resmi gülümsemesini suratlarına yerleştirmiş, ikimize bakıyor ve Müdürün elinde gecelik paketi var.
Gözlerim kararıyo gibi oluyor. Ellerini önünde birleştirmiş onlarca gülümseyen insan karşısında karşısında hafiften sendelerken, gözüm açılan pakete kayıyor…. Atkı. Evet evet atkı. Oh beeee. Gecelik diil. Rahatlıyorum. Necla Hanım kibarca teşekkür edip elimi sıkmak için bana uzatıyor. Ben ona sarılıyorum. Şaşırıyor herkes. O andan itibaren partinin en neşelisi ben oluyorum.
Akşam eve geldiğimde ise hatuna çok somurttum. Meğer o da kendi hediyesinin içeriğini bilmiyormuş. İki hediyenin de benzer boyutta olduğunu görünce ve hediye almayı bi türlü beceremeyen beni bildiği tanıdığı için, bir de üstüne üstlük atkıyı da kendisi beğendiği için, gene gidip aynısından kendisine de farklı bir renkte atkı aldığımı sanmış. Zira geçmişte, hediye alamama yeteneksizliğimden dolayı anneme ve kız kardeşime aynı hediyeyi farklı renklerde almışlığım vardır. Yine de kıyamayıp asıl hediyeleri değiştirmemiş... ama olan bana olmuştu.
Bir daha da yılbaşı hediyesi alma işine hiç dahil olmadım. Iyi böyle.
Bir daha da yılbaşı hediyesi alma işine hiç dahil olmadım. Iyi böyle.
Rahat.
Dökülen kaynar su filan yok en azından. Güvenli.
Etiketler:
alkol,
atkı,
çekiliş,
çocuk kitabı,
gecelik,
genel müdür,
günlük,
hediye,
kura,
meşakkat,
müdire hanım,
ofis çalışanı,
personel müdür,
tombala,
yılbaşı hediyesi,
yılbaşı partisi
2 Aralık 2012 Pazar
Bisküvi
Tren yolculuklarını severim. Acelem
olmadığı vakitlerde, eğer gideceğim yere trenle gitme imkanı varsa muhakkak
treni seçerim. Bana, anlamlandıramadığım bir nostalji duygusu verir. Belki de
yıllarca dinlediğimiz o nostaljik hikayelerden, öykülerden, türkülerden, izlediğimiz
filmlerden... Demir tekerleklerin rayların birleşme noktalarındaki o minik boşluklara
her vuruşu bir metronom ninnisi gibi gelir bana. Trenin geniş koltuklarına
kendimi iyice gömerim, film şeridi gibi akan muhteşem manzaralara kendimi
verir, adeta duygusal bir film sahnesini yaşarım. Acayip bir havam olur.
Yolculuk öncesinde ise, alırım gazetemi, gardaki bekleme salonuna geçer, aldığım çay ve
o çok sevdiğim fındıklı bisküvimle birlikte masaya koyarım ve hülyalı
bakışlarla ince belli çay bardağıma fındıklı bisküvimi bandırarak yer ve
gazetemi okurum. Çocuksudur ama sevdiğim ritüeldir.
Yine böyle bir tren yolculuğu öncesinde, biletimi aldım, valizim ve elimde gazetemle tren garının bekleme salonuna girdim. Salondaki duvara bitişik haldeki tek boş olan masaya geçtim, bisküvimi ve gazetemi masaya koyduktan sonra, büfeye gidip ince belli bardakta tavşan kanı çayımı aldım. Geri geldiğimde masanın öbür yanına, dergisini okuyan oldukça tatlı bir kızın oturmuş olduğunu gördüm. Ne yalan söyliyeyim, neşem yerine geldi. Belediye otobüslerinde iki kişilik koltuklarda giderken, ve onca boş koltuk varken ilk durakta yanına çok güzel bir kız gelir oturur ya, işte aynen öyle oldu. Gururum okşandı. Yüzümdeki tebessümü gizleyip, sandalyeme oturdum, sağ elimle çayımı karıştırmaya başladım. İkimiz de sırtımızı duvar tarafına vermiştik.
O sırada elindeki dergiyi okuyan o güzel
kız, bir gözü dergide olduğu halde, eliyle masanın üzerinde bulunan bisküvime
uzandı, bir tane aldı.
Oldukça şaşırmıştım. Kıza manalı bir bakış
attım. Kız oralı bile olmadı. Dergisine gömülmüştü. Nasıl olurdu? İzinsiz bisküvimden
almıştı işte. Muhtemelen dergide, ‘10 adımda bir erkeği nasıl kendinizden
uzaklaştırırsınız’ başlığını okuyordu ve ben deney konusuydum.
Az önce tavan yapan gururum incinmişti; meğer kız hödük çıkmıştı. Medeni bir insan gibi istese zaten ikram ederdim. Ama o direkt olarak bisküvime dalmıştı. Bu kabul edilemezdi. Birşeyler söylemeliydim. Ama ağzımdan tek kelime bile çıkmıyordu. Yok yok, birşey yapmalıydım. Hemen aklıma ilk gelen hareketi yaptım; elimle sert biçimde bisküvi paketine uzandım, hışırdatarak sertçe bir tane çıkardım, ona gösterecek şekilde çay bardağına bandırdım ve hızlıca ağzıma götürdüm.
Dergiye gömülmüş olan kız, şaşkın
bakışlarla bana bakmaya başladı. Birkaç saniye yüzüme meraklı meraklı baktı. Şaşırmıştı.
Bana baktığı halde, yavaşça eliyle bir bisküvi aldı ve yüzüme bakarak usulca
yemeye başladı. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi geçmiş, ‘öyle olmaz böyle olur’
tarzı gelmişti. Hem sakince çiğniyor hem o yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
‘Bu ne cüret’ diye geçirdim içimden.
Uzandım. İki bisküvi birden aldım. Birini komple ağzıma attım, diğerini yine
çayıma bandırıp yemeye başladım.
Kız gülümsemeye başlamıştı. Dergiyi
kucağına koydu. Vücuduyla birlikte komple bana doğru döndü. Sağ dirseğini masaya
koydu ve avuç içi yanağını kaplayacak şekilde elini yüzüne dayadı. Diğer eliyle
kibarca bir bisküvi aldı, oldukça tatlı bir şekilde ısırdı. Yerken bir gözüyle bana,
diğer gözüyle de bisküvi paketini işaret edip ‘sıra sende, hadi yarışalım’
tarzında bakıyordu.
İş inada binmişti. Üstüne üstlük bir de
dalga geçiyordu benimle. Yüzüme kırmızılık gelmişti hissediyordum, kızgınlığım
çok artmıştı çünkü. Bu sefer 3 tane bisküvi aldım. Hepsini birden ağzıma attım,
ama o kadar çok büyük lokma olunca ve hızla çiğneyince, kırıntılar genzime
kaçtı, bir öksürük tuttu.
Kız kıkırdadı. Belli ki çok eğleniyordu.
Ben sinirden patlamak üzereydim ama o çok eğleniyordu. Nihayet dayanamadım ve o
tek cümleyi sarfedebildim
“Hamfendi lütfen”
Kız hiç takmıyordu, bir tane bisküvi daha
aldı ve bana gülümseyen suratla baktı.
Artık sırayla bisküvi paketine saldırıyorduk.
Bir o bir ben. İkimizin de ağzı dolmuştu ama yarışır halde bisküvi yiyorduk. O
gülüyor, ben ise sinirden kızarıyordum.
Derken bisküviler bitti. Kız, son bisküviyi
benden önce davranıp, hızla almış, iki parmağıyla havada tutup bana göstermiş
ve zarif biçimde komple ağzına atmıştı.
Tam o sırada anons yapıldı.
‘Değerli yolcularımız, İstanbul treni
kalkmak üzeredir. Lütfen yerlerinizi alınız”
Telaşla elim valizime gitti. Sandalyenin hemen
dibinde duruyordu. Ayağa kalktım, sandalyemin arkasına dayamış olduğum montu
aldım. Alelacele giydim. Çayımın son yudumunu hızlıca içtim. Bardağı masaya sertçe koydum. Yana
eğildim, valizimi aldım. Boşta kalan elime masanın üzerinde bulunan ve sinirden
hiç okuyamadığım gazetemi aldım.
… ve o şok edici gerçekle karşılaştım.
Bisküvim, orada, hiç açılmamış halde, sinirden
okuyamadığım gazetemin altında, bana bakıyordu.
Dipnot: bu bir cover hikaye denemesidir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)