22 Ekim 2012 Pazartesi

Milletvekili

- Sayın milletvekilleri.... sayın milletvekilleri...sayın mil...çocuğum napıyosun sen? evet sana diyorum, bırak o futbol topunu... pardon efendim, atmasana sayın milletvekili....atmayın efendim, lütfen. halı saha maçı bitti oturum başladı efendim. yeri değil burası efendim. lütfen efendim, lütfen sayın vekilim. teşekkür ederim efendim.. evet efendim, sayın milletvekilleri, oturumu açıyorum efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi 25inci dönem üyeleri, meclisimize hoş geldiniz efendim. Geçen hafta yapılan yemin töreni ve kurulan hükümet neticesinde, bugün artık, gündem maddeli oturum başlıyor efendim... Sayın milletvekilleri, öncelikli olarak meclisin en yaşlı üyesi ve aynı zamanda askere gitmiş tek üyesi olarak beni başkan seçtiğiniz için teşekkür ederim efendim. 25 yaşın getirdiği deneyimle meclisi en doğru şekilde idare etmeye çalışıcam efendim. Gündemin birinci maddesi, meclis lokantasının işletme hakkının değiştirilmesi hususunda Nutella Bakanlığı tarafından verilen önergedir efendim. Bu konuda söz almak isteyen, önerge sahibi ve VanDayrekşın Partisi İstanbul Milletvekili ve aynı zamanda Bakan Berkecan Işık beyefendiyi kürsüye davet ediyorum efendim.

- Teşekkürler örtmenin... pardon teşekkürler sayın başkanım. Değerli miletvekilleri, sizin de bildiğiniz gibi bir haftadır burdayız, mecliste doğru dürüst bişey yiyemiyoruz. Hep sebze çıkıyor. bürüksel lahanasından bırokoliden bıktık. Görüyorum çoğunuz ya annelerinizin çantalarınıza koyduğu sandviçlerle ya da karşıda yeni açılan meclis büfeden çift kaşarlı tost yaptırıp geliyor. Bunlar meclisimize yakışan şeyler değil. Biz 2 firmaya teklif götürdük, severek bize fiyat teklifinde bulundular. Yarından itibaren de hazır duruma gelecekler. Evet sevgili arkadaşlar, yarından itibaren meclisimizde sizin de seçiminizle ya Burger King ya da McDonalds gelecek, seçimin yapılması için sözü başkana bırakıyorum.

(Alkışlar)

- Bravo...İşte bu beee...Büyüksün panpaaa...Adamımsıııan.

- Sayın milletvekilleri sessizlik lütfen... Teşekkürler sayın vekilim. Oylamayı açıyorum efendim. Burger King diyenler.... McDonalds diyenler... Evet, seçimi 276ya karşı 273 oyla Burger King kazanmıştır. Ayrıca yarın ilk gün sebebiyle tüm menülerde bir alana bir bedava indirimi vardır.... Gündemin ikinci sırasında, meclis tv'nin yayın hayatına son verilmesi önergesi gelmektedir. Bu konuda konuşmak üzere Belieber Partisi'nden sayın Buse Hattat hanımefendiyi kürsüye davet ediyorum.

- Ay evet, tşkkrler bşknm, pardon başkanım. Şimdi arkadaşlar biliyosunuuuz, çağımız internet çağı yani. E herkeste 3 tane akıllı telefon var, internet de var yani. Zaten adam başı günde 50 tane falan tivit atıyoruz, e feyste de 30 kadar da status güncelliyoruz yani, vatsap filan derken, burda olan biten herşeyi yazıyoruz yani. Feys olsun, tivittır olsun, yutup olsun her türlü mecrada yazıyoruz da yazıyoruz yani. Bakın örnek vericeaam, geçen gün bizim partiden Ayça merdivenlerden düşmüştü de eteği açılmıştı ya hani, işte o görüntüsü bir günde tam 2 milyon tık aldı yutupta. Kimse meclis tv'yi artık izlemiyor yanii. Bence yayından kalksın yaneee... ayrıca bir tane daha isteğim var, her milletvekiline 2 adet boş cep telefonu pili, şarjı ve her masaya da 2 adet priz istiyoruz yanii.

- Teşekkürler sayın vekilim. Buse Hanım'ın verdiği önergeyi kabul edenler....etmeyenler... önerge kabul edilmiştir. Şu an itibariyle meclis tv yayınına son verilmiştir. Gündemin üçüncü maddesi, meclisin çalışma saatleri efendim. Bu konu hakkında önerge veren VanDayrekşın Partisi Isparta Milletvekili sayın Çisil Toprak'ı kürsüye davet ediyorum efendim.

- Panpa saol... pardon başkanım teşekkürler... Arkadaşlar, biliyorsunuz meclis olarak geçtiğimiz dönemlerde çalışma saatleri oldukça esnek idi, gece 01:00lere kadar hatta sabahlara kadar çalışmalar oluyordu. Bu dönemde de böyle şeyler olması sizin de bildiğiniz gibi hepimizin annesini babasını çok düşündürüyor. Zaten çoğumuz başka şehirlerden geldik, annelerimiz özellikle çok endişeli. Daha ilk günden tam 12 saat süren yemin töreni yapıldıktan sonra meclisin çıkışında neredeyse hepimizin anne babası bizi bekliyordu. Neden? Çünkü hava kararmıştı ve saatler çok geç olmuştu. Ailelerimizi bu şekilde üzmeye hiç hakkımız yok bizim. Zaten bizim için mevcut düzenlerini bırakıp, kendi şehirlerinden kalkıp taaa buralara kadar geldiler... Sonuçta, bundan sonra bu tip uzun oturumlar istemiyoruz biz.. Ayrıca meclisin liseler gibi erkenden açılmasına da gerek yok. (Esner) Misal benim annem beni her sabah, daha karga b.kunu, pardon şeyini yemeden saat 08:00 gibi kaldıyor. Burası lise mi ama yaaa? Hayır hiç de bile değil. Meclisin çalışma saatlerinin 11:00 - 16:00 olarak düzeltilmesini talep ediyoruz biz...

(Alkışlar)

- Buse Hanım teşekkürler....Önergeyi oylamaya sunuyorum efendim...Kabul edenler...etmeyenler... Önerge 549a karşı 0 oyla kabul edilmiştir...  Gündemin diğer maddesi, üniversite sınavına girmeyi düşünen milletvekillerinin Mart-Temmuz döneminde bol bol test çözecekleri için meclis yoklamalarında yok sayılmaması hususudur efendim. Bu gündem maddesi ile ilgili konuşmacı yoktur...

(Arka sıralardan)
- Ne gereği var hocam yaa, pardon başkanım yaa..

- Efendim, bunu isteyen vekillerimiz bulunmaktadır. Aynı zamanda bana soracaksanız bu konuda onları haklı görmekteyim. Netekim eğitim şarttır... şarttır efendim... bu teklif hakkında bir konuşmacı olmadığından direkt oylamaya geçiyorum. Kabul edenler....etmeyenler...Öneri 448e karşı 12 oyla kabul edilmiştir....Sıradaki gündem maddesi, lisede sonda tek dersten kalan milletvekillerinin direkt olarak liseden mezun edilmesi konusundaki yasadır. Bu konuda da konuşmacı yoktur, o bakımdan yine hızlıca oylamaya geçiyorum....kabul edenler....etmeyenler... 530a karşı 1 oyla kabul edilmiştir.

- Başkaaaan saat geçiyor.

- Görüyorum eefendim... değerli milletvekilleri, saatimiz 16:00 olmuştur. Öte yandan yarının gündem maddelerini hatırlatmakta fayda vardır, zira oldukça yoğun bir gündem daha bizi beklemektedir; dışarda vekillerimizin çıkışını bekleyen aileler için 1000 kişilik bekleme salonu yapılması, meclisimize PES ve Diablo3 odaları yapılması, takım elbise yerine kot pantolon ve alttan çıtçıtlı body serbestisi, oylamalarda evet için 'like' ve hayır için de 'uff snne be slk' ibarelerinin koyulması , 23 Nisanda koltuklara en az 60 yaşındaki dedelerin oturtulması... Çocuklaaaar, pardon sayın milletvekilleri... daha konuşmam bitmedi... lütfen hemen yerinizden kalkmayın...sayın milletvekilleri... kalkmayınız efendim.. sayın... millet... bugünkü oturumu kapatıyorum efendim.

16 Ekim 2012 Salı

Düğün Yemeği

Trakyalı birisi olarak oldum olası o eski, usturuplu, çalgılı çengili, davullu zurnalı sokak düğünlerini, pek bir eğlenceli, pek bir neşeli ve pek bir 'ben' bulduğumu daha önce paylaşmış idim. 'Biz büyüdük ve kirlendi bu düğünler' misali, sonrasında hızlı bir mutasyona uğrayan bu düğün anlayışımızı, biraz da serzenişlerle dolu bir şekilde, şurada paylaşmış idim.



Çocukluğumdan bu yana düğünler benim için eğlence aracıydı, şimdiki gibi protokoller yoktu. Hatta herhangi bir plan program da yoktu. Gelin şurdan gelecek, arada ateşler yanacak, sen kılıcı şöyle tutacan, pastayı kollarınızı ahtapot misali birbirine geçirip yedirmeye çalışacaksınız falan filan... Olmazdı böyle şebeklikler. Gönlümüzce giyinir, gönlümüzce eğlenirdik. Sonradan büyüdük, protokoller ve ritüeller başladı. Artık evlenme törenleri, yabancı ülke cumhurbaşkanını karşılama törenleri gibi, pek bir ağır, pek bir protokol dolu oldu.



Bizim halkımızın sevdiğim bir özelliği var; bir taraftan yeni kurallara adapte olmaya çabalarken, bir taraftan da eskiye duyulan özlem ve eskiyi hala yaşatma çabası bir arada gider. Düğünlerde de bu böyle olmuştur. Misal, hayatında takım elbise giymemiş göbekli amcalar, düğün gecesi ilk kez kravat takarlar. Yalnız bu tipler 200 metre öteden anlaşılır. Zira, kravat 20 sene öncesinin modası olan bir kravattır. Aynı zamanda, kravat sökülüp takılması bilinmediği için geçen onca süre boyunca hiç sökülmediği, kalıplaşmış halinden bellidir. Gömlek de yıllar geçtikçe büyüyen göbeğe ve genişleyen enseye adapte olamadığından dolayı iki yakası bir araya gelememiş bir gömlektir.... Ama dedik ya, zaten bu ritüel en fazla 1 saat dayanabilmekte, oynak havaların, ve varsa alkolün de, etkisiyle önce ceket bele, sonra kravat da kafaya (Rambo misali) takılarak bünye iyice rahatlattırılmaktadır. Masaya çıkılmasıyla da, son safha tamamlanmış, artık o eski benliğe ulaşılmıştır.



Yine de o eski benliğe gidilmekte olan yolculuk oldukça sıkıntılı geçebilmektedir. Bu sıkıntılı sürecin ilk adımı, Düğün Yemeği'dir. Henüz 'parti' tam başlamamıştır ve yabancı ülkeden gelen cumhurbaşkanı karşılama protokolleri tam anlamıyla devrededir. Gömlek vücutta gerim gerim gerilmiş, kol düğmeleri kolları, kravat ise boynu iyice sıkmaktadır. Deyim yerindeyse yaşam mücadelesi verilmektedir.



Dayımın düğünü de aynen bu şekil bir düğün idi. Biricik dayıcıım, üniversiteyi kazandığında tüm sülaleye büyük bir sevinç yaşatmış, küçük şehirden kalkmış büyük şehire Tıp okumaya gitmişti. Bir taraftan okurken bir taraftan da gönlünü güzeller güzeli bir kıza kaptırmış, kızın da gönlü dayımda olunca, evlenmeye karar vermişlerdi. Yalnız minik bi sorun vardı. Dayım, orta direk bir aile mensubu iken, kız kültürlü ve varlıklı bir aileden geliyordu: Düğün nasıl olacaktı?



Kız tarafının davetlileri listesine bakıldığında, erkek tarafında olağanüstü hal ilan edildi. Zira kalburüstü sayılabilcek, hatta gazetelerin magazin sayfalarında isimlerini gördüğümüz bazı insanlar da davetliydi. Herkeste tatlı bir heyecan başlamıştı. Nasıl başlamasın; eşofmanlarla oturup çekirdek çitlerken televizyonlarda izlediğimiz bazı insanlarla aynı masalarda olacaktık.



En güzel giysiler giyildi, fotoğraf makineleri hazır edildi. Görmüş geçirmiş bir abimizden hızlandırılmış sofra adabı kursu alındı. Mahallenin kuaförü o gün için, parası neyse verilip, kapatıldı. Herkes çok janti olmuştu. Sami Abi bile o göbekli ve iki yakası bir araya gelemeyen gömlekli haliyle gözüme yakışıklı görünmüştü. Bu şekilde tam yola çıkacaktık ki...



Düğünün yapılacağı otele nasıl gidecektik? Yaklaşık 50 kişiydik ve sadece 2 araba vardı. Kimse de o tatlı telaş içerisinde bunu düşünmemişti işte. Hemen Babam devreye girdi, birkaç telefon konuşmasından yaklaşık yarım saat sonrasında, bir Mercedes 302S otobüs evin kapısına yanaştı. Apar topar bindik, otele nihayet vardık. Düğünün yapılacağı bahçenin kıyısında cümbür cemaat otobüsten indik. Davetlilerin neredeyse tamamı gelmiş, şaşkın bakışlarla masalarımızı bulup yerlerimizi almamızı izliyorlarlardı. Otel görevlileri, bu konuda tecrübeli olduklarından olsa gerek, 'Sami Abi uzak durma bizden', 'Ay kız Aytenleri öbür masaya koymuşlar', 'Hilmiciim ayran içtik ayrı düştük yahu' sözleri yankılanmaya yeni başlamıştı ki, hemen devreye girip hepimizi hızlıca yerlerimize oturttular. Kendimi ilkokulda 23 Nisan töreninde geçit yapacak çocukların öğretmenleri tarafından hizaya sokulduğu andaki gibi hissetmiştim.



Herkesin oturmasıyla birlikte bahçede kısa bir sessizlik hakim oldu. Şimdi herkes birbirini kesiyordu. Daha doğrusu bizim taraf kız tarafının davetlilerini resmen dikizliyordu. 'Aaa bak şu Doğu Batı dizisindeki oğlan diil mi', 'Bak bak, Çok Ciks Hareketler Bunlar'daki çocuk da burda', 'Ayol bunların ne kadar çok meşhur tanıdığı varmış' gibi fısıldaşmalar ve birbirlerini dürtmeler bizim tarafı hareketlendirmişti.



İlk heyecan yerini yavaş yavaş düğün ve protokol heyecanına bırakıp da gözler masada önümüzde dizilmiş tabak ve çatal kaşık ordusuna odaklanınca hafiften 'nooluyoruz' düşüncesi oluşmuştu. Zira masada her bir kişinin önünde üst üste üç tabak, bir çorba kasesi, bir kenarda ise çorba kasesine benzeyen içi su dolu bir kase daha vardı. Çeşitli ebatlarda ve şekillerde sıralanmış çatallar bıçaklar ve kaşıklar da bu büyük ve katlı tabağın sağına soluna ve öte tarafına yerleştirilmiş, hatta sınırları aşıp yandaki davetlinin kaşıklarının dibine kadar gelmişti.  Her kişi için üç farklı bardak vardı. Masadaki paniği sezince, anladım ki bizim hızlandırılmış eğitim hava civaymış. Hemen aklıma eğitimci abinin o son sözü geldi, aynen şöyle demişti: hiçbişey hatırlamazsanız, dıştan içe doğru başlayın. Hemen sola eğildim, yanımdaki teyze kızına, dudağımı hafifçe bükerek 'dıştan içe' dedim, kulaktan kulağa oynar gibi dıştan içeymiş, dıştan içeymiş diye fısıldaşmalar ilerledi. Masanın karşı ucundan Sami Abi ayağa kalktı kalktı, 'dıştan içe olan ne yiğenim, önce en uçtaki suyu mu içecez' diye bağırdı. Masadakiler gülüşürken, eşi Sami Abinin  bacağına kocaman bir çimdik atarak onu oturttu, kızgın yüzünden görebildiğim kadarıyla 'sus, bizi rezil ettin' gibi birşeyler söyledi.



Çorbalar geldiğinde, herkeste bir 'şimdi noolucak' stresi vardı. Sülalenin 'bilmiş' çocuğu olgusu ve eğitimden birşeyler hatırlayan yegane kişi durumunda olmam nedeniyle, herkes bakışlarını üzerime dikmişti. Gözlerimle ve başımı hafifçe eğerek kız tarafının masalarını işaret ettim. Herkes bir anda, sanki o tarafta komik bir olay olmuş gibi, o masalara doğru döndü. Çorbalarını içenleri dikkatlice süzüp, aynı hareketleri yapmaya başladılar: İlk dalgayı savuşturmuştuk. Çorbalarımızı gayet güzel içebildik.



Ara sıcaklar, ana yemek derken artık bizim taraf, diğer masaları her aşamada gözucuyla ama dikkatlice izlemekten olayı iyice kapmış, sanki yıllardır böyle yemekler yiyormuş gibi rahat davranmaya ve kendi asıl benliklerine doğru yaklaşmaya başlamıştı. Bıçak ve çatalla etli yemek yeme aşamasında her ne kadar Sami Abinin eşinin kucağına uçurduğu bir tavuk butu olsa da, şarabın da etkisiyle artık butlar elle yenilmeye başlanmış, geceye fısıldama seviyesinde başlayan ses düzeyi yavaş yavaş yerini kahkahalara ve hiçbir şeyi takmamaya bırakmıştı. Tuhaf bakışlar altında, kendi öz kimliğimize yeniden kavuşmuştuk.



Bu arada gelin ve damat dayıcıım bahçeye devasa ışık gösterileri eşliğinde, yerlere konuşlandırılmış maytaplardan oluşan yoldan '4 Mevsim - Bahar' eşliğinde gelmişler, nikah da kıyılmıştı. Sami Abi'nin ve bazı genç kızların 'bas, bas, bas' tezahüratlarına dayıcıım sadece gülümseyerek cevap vermişti. Alkışlar eşliğinde ilk dans yapıldı.

Tam bizim grup, takı töreni için, toplu halde ayağa kalkıp nikah masasının önündeki boşluğa doğru seğirtmişti ki, 'takı töreni yokmuş' fısıltıları dolaşmaya başladı. Kalktığımız hızda aynen yerimize oturduk. Uzak masadan gelen ve benden sadece 3 yaş büyük olan küçük dayım 'biz gitmiyomuşuz, onlar ilk aradan sonra masalara gelcekmiş' dedi. Bu durum tüm masa tarafından oldukça garip karşılandı. Yine de üzerinde fazla durulmadı, zira müzik yavaş yavaş hızlanmaya başlamış, dans pisti kalabalıklaşıyordu. Sami Abi yavaş yavaş duruma el koyuyor gibiydi; müstakbel kayınvalidenin endişeli bakışları altında ceketini çıkardı, bir mevlevi tadında başını yana eğdi, kalın beyaz bıyığının altına genişçe gülümsemesini yerleştirip gözlerini kapadı, kollarını açtı ve o koca göbeğiyle ahenkli bir  şekilde ritm tutmaya başladı. Bu durum mahallede 'pilot uçuşa geçti'nin ilanıydı. Yan masadaki annemin babama eyvahlar olsun bakışını attığını hala bugün gibi hatırlarım.

Düğün şarkıcısının Sami Abi'nin o keyifli halini gördükten sonra, 'dur şuna daha uygun bir şarkı çalayım' psikolojisine girip, Ankara Misket çalması ise bardağı taşıran son damla oldu. Artık bizim grubun üzerindeki tüm protokol stresi gitmiş, neredeyse tamamı piste doluşmuştu. Vivaldi'den 4 Mevsimle başlayan düğün Angaralı Turgut'a doğru gidiyordu. Kasap havasına Gelin Damat havası karışıyor, halaylar ise bitmek bilmiyordu. Sami Abi kravatı çoktan kafasına bağlamıştı bile. Gençlerin bir rakı şişesini Sami Abi'nin pantolonunun ön tarafına sokuşturup göbek attırmaya yeltenmesiyle birlikte Sami Abinin eşi bir anda piste koştu, durumun tam farkında olmayan Sami Abi'nin pantolonundan şişeyi çıkardı, eliyle havaya kaldırıp gençleri kovalamaya başladı. Neşe içindeki gençler bir anda çil yavrusu gibi yakın masalara doğru dağılmıştı.

Karşı taraf olanı biteni hayretle olan biteni izliyor, sadece slow dans çaldığında piste geliyor, şarkılar hareketlendiğinde ise, pist komple bize kalıyordu. Bizimkiler kız tarafından birkaç genci kafalamışlar, onlar da halaylara eşlik ediyorlardı. Sami Abi bizim masaya çıkıp göbek atmaya başladığında etrafı komple kalabalıklaşmıştı. Altta kalmayan üç kız hızla Sami Abi'nin yanına çıktı ve iyice kıvırmaya başladı. Pilotlar iyice havalanmış, gösterge 10 bin metreyi gösteriyordu.

Bizim için başlangıçta oldukça stresli olan düğün, finalde oldukça neşeli bir hal almıştı. Müzik sustuğunda Sami Abi hariç kimsenin daha da dansedecek hali kalmamıştı. Kız tarafının gençlerinden de yoğun sevgi ve alaka gören Sami Abi düğün boyunca yeni evli çifti gördüğü her fırsatta tebrik etmiş, her ikisinin de yanaklarını avuçlarına alıp alıp öpmüş, belki 20 defa 'bir ömür boyu mutluluklar' dilemişti.

Yorgun ahali otobüse doluşurken Sami Abi kapıdan dayıma doğru haykırıyordu:
- Adab-ı Muaşeret kurallarına uyduk ama, di mi yiğenim?!

10 Ekim 2012 Çarşamba

Minibüs

İstanbul şöförlerinin kavşaklardaki trafik ışıklarıyla ilgili yazılı olmayan bir bağları vardır: Yeşil süresi bittikten sonra sarıya, sonra da kırmızıya dönerken, nedense onlara hala yeşil yanıyormuş gibi görünür, o yüzden kırmızıya dönen trafik ışıklarını pek dikkate almazlar, hatta kırmızı yandıktan sonra bile ilk 2-3 saniye içinde onlara hala yeşilmiş gibi görünür, dolayısıyla geçmeye devam ederler. Yazılı olmayan bu trafik kuralına genelde çok dikkatli bir şekilde uyulur ki, çoğu kesim kendine henüz yeşil yandığı halde, öncelikle sağa sola bakıp başka yönlerden hala araç gelmediğini kontrol eder, aracını ancak ondan sonra hareket ettirir.  Özellikle minibüsler, taksiler, özel halk otobüsleri ve diğer hafif ticari araçlar için çok önem taşıyan bu kural, çok şükür ki EDS sayesinde, yerini tarihin tozlu raflarına bırakmış olmasına rağmen. EDS olmayan trafik ışıklarında bu kural hala geçerlidir.

Yoğun bir işgünü çıkışında eve varabilmek için, iş arkadaşımla birlikte Kadıköy-Pendik minibüsüne binerken de bu kuralın geçerli olduğunu ve hayatımızın minibüs yolculuğunu yaşayacağımızı tahmin edemezdik.

Gerçi minibüsün hiç bir yerinde 'Allah Korusun' tarzında bir yazının olmamasından şüphelenmeliydim zaten. Zira minibüslerin en büyük özelliği buydu; iyi şöförlükle ve trafik kurallarına uymakla değil, ama Allah Korusun, ya da Arapça Bismillahirrahmanirrahim, ya da ona benzer başka dini yazılar yapıştırılarak korunmaya çalışılırdı ekmek tekneleri. Dikkatimi çekmiş olmakla beraber, nedense o an pek de umursamamıştım. Derdim bir an önce oturacak rahat bir yer kapmak ve eve bir an önce rahatça ulaşabilmekti. Niye rahatlık aradıysam?!

Bilenler bilir: Minibüslerde en rahat koltuklardan birisi de şöförün hemen arkasındaki koltuktur ki, benim gibi 1.95 boyundaki insanların tercih ettiği, en öndeki tekli koltuk ve en arkadaki 4lü koltuğun kapı tarafındaki önü boş olan oturma bölümü ile birincilik için kapışır. Neyse efendim ilk binen şanslılar olarak, biz şöförün hemen arkasına geçtik.

14 kişilik Deutz marka minibüse, yaklaşık 30 kişi doluşmuştuk ve şöför hala yolcu almaya çalışıyordu. Her sıradan minibüs şöförü gibi bizim şöföre göre de minibüs bomboş idi. Bu arada, en önde oturunca mecburen oturanlar için para üstü vermenin ve para toplamanın ana arteri oluyorsunuz: ‘Şunu uzatır mısınız’, ‘şurdan verir misiniz’, ‘arkadan vermeyen kaldı mı’ gibi konusuz edebiyata(!) konu olabilecek cümlecikler havada uçuşuyor, biz ise bu erotik cümlelere karşı hiç istifimizi bozmadan beleşe muavinlik yapıyor ve minibüsün o an için kasası görevini görüyorduk. İnanılmaz bir para akışı dönüyordu. Kendimi banka şubelerinde çalışanlar gibi hissediyordum.

Bir minibüse en çok adam sığdırma yarışmasında rekor kıracak sayıda adamı sığdırdıktan sonra nihayet hareket edebildik. Şöför spor kullanımda araçları sağlı sollu geçiyor ve acayip hızlı gidiyordu. Sonradan arkadaşımın, şöförün yol boyunca telefonla konuşmalarından yaptığı çıkarıma göre, akşam yapılacak halı saha maçına yetişmeye çalışıyormuş, şöförümüzün o gün ki son seferiymiş.

Benim ineceğim durağa doğru yaklaşırken, minibüs içindeki ufak tefek söylenmeler yerini yavaş yavaş 'kardeşim yavaş', 'biraz dikkat etsen' tarzında şöförün kulağına gidecek şekilde yüksek sesle söylenmelere bırakmaya başlamıştı ki, bir anda ani bir fren sesiyle birlikte ayaktaki güruh topluca ön cama doğru hızlı bir atağa geçti, birkaçı en öndeki motor kapağının üzerine düştü. Şöför minibüsün içindeki kısa süreli arbede ile hiç ilgilenmedi, zira öndeki taksiye dokundurmuştuk. Şöför kafasını camdan dışarı çıkarıp, 'niye durdun lan kırmızıda?!' diye bağırdı. Minibüsteki herkesin kulakları dikkat kesildi, evet 'niye yeşilde durdun' değil 'niye kırmızıda durdun' demişti... Hızını alamamış olacak ki minibüsten indi, öndeki taksinin şöför kapısını zorladı fakat açamadı. Allah'tan taksi şöförü kapısını kilitlemişti, kapalı cama elinin içiyle bir tokat attı ve hızlıca minibüse geri döndü, kapıyı açtı, tam koltuğun altından bir levye çıkarmıştı ki, taksi şöförü kırmızı mırmızı dinlemeden gazladı gitti. 

Biz hepimiz olayı şaşkınlıkla izliyorduk. Minibüsten çıt çıkmıyordu. Az önceki söylenmeler yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Araç durmuş olduğu halde, herkes bir yerlere sıkıca tutunmuştu. Şöför kızgınlıkla tekrar yola çıktı.

Birkaç yüz metre sonra benim ineceğim yere varmıştık. Hafiften tırsmış bir ses tonu ile son derece cılız bir şekilde:

- Kaptan ışıklarda indirebilir misin?, dedim. Şöför dikiz aynasında beni dikkatlice süzdü;

-    - Işıklar mı? Karanlıktan mı korkuyon yoksa sen bakiim, dedi.

Kendimi nasıl o minibüsten dışarı attım hiç hatırlamıyorum, eve nasıl gelmişim hiç hatırlamıyorum. Sonradan arkadaş anlattı, minibüs içindeki yolculardan hiçbiri çıt çıkarmadan uslu uslu gitmişler.

5 Ekim 2012 Cuma

Durun... Siz Evlenemezsiniz

Bir Nohut Oda Hikayesi - Büyük Dörtleme

Giriş:

Birbirini seven iki insanın karşılıklı sevgilerinin en üst düzeyde olduğu vakit ne zamandır diye soracak olursanız, kesinlikle evlenmeye karar vermelerinden hemen önceki o özel andır, derim. Zira o özel an, verilen evlilik kararından itibaren artık asla 'özel' olarak kalmaz; umumi hale gelir. Artık işin içine anne, baba, kayınvalide, kayınpeder, eş dost akraba, gelenek görenek, hayaller, beklentiler, 'yatak odası sizden', 'mutfak bizden' gibi envai çeşit maddi manevi etken girmektedir. O andan sonra, ilişkinin merkezinde kız-erkek yoktur, perdeler vardır, davlumbaz vardır, halılar vardır, kayınvalidenin 'aaa bizim öyle alışkanlıklarımız yok' tipi cümleleri vardır.

Evlenme sürecinde, iki tarafın da ailelerini hoş tutmak kesinlikle kolay bir iş değildir. Üstelik bu arada da, kendi ilişkinizin zarar gormesini engellemek gibi ulvi bi göreviniz vardır. Bir taraftan resmi işlemlerle canhıraş bir şekilde uğraşırken, öte yandan müstakbel gelinin çocukluğundan beri hayallerini süsleyen gelinlik, yapılacak o meşhur kır düğünü gibi beklentiler bi kenarda pusuya yatmış, ortaya çıkabilmek için en yanlış zamanı beklemektedir.


Bölüm 1 : Ev Kurmak

Ev kurulması  apayrı bir çiledir. Zira nişanlı çiftlerin en çok ayrıldıkları ve en tehlikeli tuzaklarla örülü dönem, işte bu dönemdir. Çeyiz olarak da adlandırılan ve daha önceden taksit marifetiyle alınan eşyalar eve taşınır, eksik olan tüm eşyalar satın alınır. Sanki yazılı bir kanunmuşçasına, imzayı atmadan evvel tüm eşyalar hazır olmalıymış gibi bir tavır takınan büyüklerin, 'biz evlendiğimizde bir küçük piknik tüpü, birkaç tabak çanak, birkaç tane de çatal bıçağımız vardı... başka da hiçbişeyimiz yoktu... ne günlerdi... hey gidi hey... nerelerden nerelere geldik..' şeklindeki uzayıp giden böbürlenmeleri ise işin tuhaf ikilemlerinden sadece biridir.

Bu tür alışveriş zamanlarında en çok duyulan cümlelerden biri de "e lazıııım"dır. Erkeğin ya da kızın farketmez, bu cümle sıklıkla 'kayınvalide'si tarafından söylenir. Sırf bu sebepten alınan ve evliliğin ilk günlerinde önce mutfağın 'baş köşesi'nde duran mutfak robotu (ki sırf o muhteşem ismi nedeniyle alındığını düşünürüm), sonraki günlerde mutfağın 'bir köşesi'ne, sonraki aylarda ise boş kavanozların olduğu bölmenin 'en arka köşesi'ne doğru yol alır.

Bu aşamada seri halde gelen taksitlerin bindirdiği mali problemlerin yanında, taşınan eşyaların henüz yeni boyanmış duvarları çizmesi, hamallar tarafından eşyaların merdivende çizilmesi hatta düşürülmesi gibi problemler de ortaya ekstra bonus olarak çıkabilir. Bir taraftan 'zigonumu çizmişler Rıza' nidalarına, 'abi bize geldiğinde böyleydi valla, çizikti yani' nidaları karışır, ev cümbüş yerine döner.

Evlenmeyi planlayan çiftin arasındaki sevgi bağları, artık yerini kızgınlık ve bezginlik bağlarına bırakmıştır. En hassas dönemlerden geçilmektedir. Birinci Dünya savaşı başlamak üzeredir ve bir Sırp gencinin Avusturya Macaristan Veliaht Prensine yaptığı mezalim gibi olmasa da, bir kıvılcım her an tetikte beklemektedir.

Bir davlumbaz yüzünden iki ailenin nikaha kanlı bıçaklı girdiğini bilirim. Dikkat edin çiftin demiyorum; dünürler nikaha kanlı bıçaklı girmişti. Zor barıştırmıştık....Dünürler mi evleniyor yoksa genç çiftimiz mi evleniyor anlayamamıştık yani, o derece. Meşhur arkadaşım Necati'nin de başından benzer bir olay geçmiş idi, ki kıvılcım bu sefer gerçekten alev almış, minicik olay yangına dönüşmüştü; müstakbel kayınvalidesi daha önce gidilmiş olan ve artık  karar verilmiş olanların alınması için ikinciye almaya gidilen beyaz eşya dükkanına illa ki gelmiş, 'çamaşır makinesi dediğin çift su girişli olur' diye tutturmuş, 'iyi de evde suyu sabit sıcaklıkta tutacak ısıtıcı yok, ayrıca ev kombili, suyu sabit sıcaklıkta tutmaya gerek yok' bahanelerine ise 'olsun, e ısıtıcı da lazım' diye cevap verip, kız da annesinden yana tavır koyup 'bana bunu mu layık görüyorsun Necati' deyince, düğüne 1 ay kala kızdan ayrılmıştı. 'Arada Facebook'tan kızı kontrol ederim, ilişki durumunda "hala bekar :)" diye yazar' derdi.

Bölüm 2 : Nikah 

İşin kanuni bölümüdür. Bir abaza bakış açısıyla, biz artık resmi olarak sevişicez, cümlesinin tüm kamuoyuna duyurulması halidir, ki en az problemli safha bu safhadır. Onda bile ortaya beklenmedik durumlar çıkabilir... İkametgahlar ve nufus suretleri için muhtarlar, sağlık raporu için sağlık ocağı ziyaret edilir, uyduruk bir kan testi yapılır ve çiftlerde hepatit, HIV aranır. Kan testlerinin sonuçları doktora gösterilir, doktor çifti şöyle bir süzer ve evlenebileceklerine kanaat getirir, raporunu yazar. Vesikalıklar çektirilir, gün alınır. En önemli safha gün alma safhasıdır. Damat adaylarına bu aşamada tavsiyem, Dünya Kupası, Avrupa Kupası gibi çok önemli kupa maçlarının oynanacağı takvimleri önceden öğrenmeleri ve hele gene o tarihlerde Türkiye'nin katılacağı bir turnuva oluyorsa kesinlikle o tarihlere gün almamalarıdır. Başka bir arkadaşım, 2002 yılında oynanan Türkiye-Brezilya yarı final müsabakasının olduğu gün düğün yapmış, ama düğünü adeta bir kadınlar matinesi tadında gerçekleşmişti... 'Abi hasılatın en az gerçekleştiği düğün kimindir dersen, uzak ara benimkisidir derim' diye hala ağlar durur. Düğünde takılacak takılara güvenip evlenme işindeki aşamalarda girdiği taksitleri hala ödemeye çalıştığını belirtmemde fayda var... Futbolumuzun ilerlemesinin böyle zararları da var maalesef.

Bölüm 3 : Gelinlik

Damat için en stressiz bölümdür. Ama gelin için sürecin en stresli halidir gelinlik. Zira gelinlik denen şey içinde çok güzel görünmek isteyen kızımız, neredeyse 3 yaşından bugüne bunun hayaliyle yaşamış, ve en az 100 gelinlikçi ziyaretinden ve tahmini 5000 adet katalogtan bakılan 50bin adet gelinlik resminden vücuduna tam oturan bir kesim seçmiştir, gelinlik sıfırdan yapılacaktır, ve gelinliğin yapılması tam bir ay ve dört prova sonunda gerçekleşecektir. Kızımızın bu bir ay zarfında 100 gram bile almaması gerekir. Yani, ev kurma stresinin ve aileler arası gerilimin yüksek olduğu vakitlerde gelin kızımız bir de sürekli açlığın getireceği ek stresin baskısı altındadır. Bu dönemde damadı bekleyen asıl tehlike ise, gelinliğin teslimatı sırasında yaşanacak ödeme anıdır. Damat adayı faturayı eline aldığında kısa dönemli göz kararması, denge kaybı gibi tıbbi vakalar görülebilmektedir.

Bölüm 4 : Düğün

Benim kızım bi tanedir, o çok özeldir diyerek taaa doğum zamanında herkesten farklı bir isim seçme hastalığına tutulup, kızına kendi adının ve babanın adının ilk hecelerini veren annelerin Tıp dilinde söylendiği gibi; 'çocuğun özel' davranışları bu aşamada da bir anda ortaya çıkıverir. Ayrıca yıllardır kurulmayı beklenen o meşhur cümleyi kurmanın artık vakti gelmiştir. Heyecanla o cümle ağızlardan dökülür: 'Bir kere evleniyorsunuz!'

E bir kere evleniyoruz tamam da, bugün 5 yıldızlı bir otelde evlendikten 2 hafta sonra bir pazartesi sabahı, o çok özel insan kalkacak ve tek yıldızlı bir metrobüse, medeniyetten çok uzak bir şekilde girmeye çalışan diğer yüzlerce 'özel' insandan biri haline gelcek işte. Gelin kızımızı ise bir taraftan 'bir kere evleniyorum' sözü, öbür taraftan ise 'hayatım düğüne vereceğimiz parayı balayına verelim' sözü arasında gidip gelen ince bir çizgide ne yapacağını şaşırmış halde bulabilirsiniz.

Ama, zaten yapılan onca masraftan sonra ne damadın ne de gelinin bütçesinde artık birşey kalmamış, elde avuçta ne varsa harcandığından ve cüzdanlar tamtakır kredi kartı ise limitte olduğundan mahalledeki sokakların birinde bulunan apartmanın bodrum katındaki Melodi Düğün Salonu ile anlaşılmıştır.

Bir de çiftimizin ilk dansı gibi çok önemli bir mevzuu vardır ki, eğer düğünün şarkıcısı ile önceden bir şarkı planlamadıysanız vay halinize. Serdar Ortaç eşliğinde ilk dansınız tüm DVD kayıtlarına girecek ve bir ömür boyu sizi takip edecektir.

Böylelikle evde kıpkırmızı bir davlumbaz, çift su girişli çamaşır makinesi, baş köşede bir mutfak robotu, çizilmiş yatak odası dolapları ve küçücük salonda 127 ekran LCD olduğu halde, mahalledeki Hilmi abinin elinden çıkmış saçlarla ve üzerinde en güzel gelinlikle, dünya kupası üçüncülük maçının olduğu günde, neredeyse davetlilerin tamamının kadın ve çocuklardan oluştuğu bir düğün salonunda bekar hayata veda edilir.

Büyük dörtleme tamamlanmıştır. Aylarca farkında olmadan birbirlerine sıkı bağlılık sınavını başarıyla geçen çiftimiz artık yepyeni bir dünyaya merhaba demiştir.

İşyerlerinin işe alımlarda sırf bu yüzden bekarları tercih etmediğini düşünürüm. E adam/kız aylarca ne badireleri atlatıyor, sabır denen şeyi öğreniyor, senin işinde mi çalışamayacak.

1 Ekim 2012 Pazartesi

Kopya Haber

- Sayın Editörüm bu 'gazetelerin içeriği sadece gezetelerindir' ilanı süper oldu
- Değil mi ama, neydi o öyle ya... Pervasızca yapılan bir emek hırsızlığı idi. Görüyordum... Bloglarda, kişisel websitelerinde, başka internet sitelerinde sürekli bizim resimler haberler kopyalanıyordu. İyi oldu bu iş. Artık emeğimizin karşılığı görülecek. Yok öyle direkt kopyalamak. Kolay diil bu işler. Herkes emeğin karşılığı neymiş görecek, öğrenecek.
- Editörüm, bugünkü birinci sayfayı naapalım peki? Çok manşetlik haber var.
- Resimler hazır mı?
- Hazır efendim
- Bi bakalııım, Şırnak'ta 3 şehit, Finanskent sitesindeki havuzun yüzme saatleri, doğalgaza zam, Gambiya ile kalkan vize, IMFye verilecek cep harçlığı, bütçedeki açıklar... Hmm şöyle yapalım...Şimdi bu manşete şunu koyalım.. Finanskentteki havuz problemi önemli, herkes bunu duysun bilsin, manşetten verelim, hangi saatlerde kim nasıl havuza girecek çok mühim bir şey, muhakkak manşete taşıyalım.... Oğlum, Başbakan bugün ne yapacak bunu da manşetin yanına koymak lazım kızmasın sonra.
- Valla Editörüm, Başbakan bugün izinli, bişey yapmıcak yani
- İyi...o zaman şöyle yazalım... Yorucu çalışmalarından vakit bulabilen Başbakan bugün dinlenmeye çekildi yazalım... Haberi de manşetin hemen yanına koyalım. Başbakanın yorgun bir resmini de ekleyelim.
- Yalnız Editörüm, elimizde yorgun resim yok.
- Nasıl yok?! Nasıl yok yaaa. Hemen gir internete, zıbartürkü'nün sitesine gir, ordan bi başbakan resmi bul, onu aynen kopyala.
- Anladım efendim.
- Sür manşete deeee.. şunu ekleyelim.... Gambiya ile kalkan vizeyi koyalım. İnternetten bir Gambiya haritası bul onu koy...Haberin yanına da.... IMF haberini koyalım, ne de olsa cep harçlığı verecekmişiz.
- Zam haberini naapalım efendim?
- En alta koyalım, küçük punto ile verelim. Hatta, doğalgaz zammı gelecek diye haber alan vatandaşın uyanıklığını yukarıya taşıyalım. Zam tek punto olsun, vatandaşın uyanıklığı ise 5 punto olsun. Devasa bir sıra resmi koyalım
- Efendim sıra yalnız Ankara'da olmuş. İstanbulda şimdi nerden sıra bulalım
- Yok mu. O zaman şöyle yapalım, sıranın resmini birisi muhakkak çekmiş bloguna koymuştur, ordan alalım, haberin yanına koyalım
- Tamam efendim... Bir de internet içeriği var onları nasıl yapalım
- Lübnan'daki güzellik yarışmasında ikiz kardeşler ilk ikiyi almışlar, onları fotogaleri olarak ekleyelim.
- Tamam efendim, resimleri de güzellik yarışmasının sitesinden kopyalıyorum

- Aferin evladım. Yanına da birkaç fotogaleri haberi ekleyelim. İnternette şu görüntüler rekor kırıyor diye de başlık atalım. Birkaç bikinili, güzel kız resmi koyalım.. İşte Japonların son çılgınlığı, Rus kızlarındaki son giyim trendi, yaz geldi sahiller renklendi, şok eden görüntüler gibi güzel başlıklar da attık mı tamamdır. Youtube'da birkaç esprili video bulalım, siteye ekleyelim videoyu izleyince gözlerinize inanamayacaksınız diye yazdık mı internet sitesini de bitirdik demektir.
- Evet efendim.

  Zırrrrr

- Telefon size fendim... Zaruriyet internet sitesi editörü arıyor

- Alooo. Mahmutçuuuum meraba...Haa tamam. "Gazetelerin içeriği sadece gazetelerindir" haberini internete de mi koyalım? Olur tabii koyalım. Di mi yaaa. neydi o öyle di mi efendim...Habire kopyalıyorlardı bizden, emeğe saygı biraz di mi ama. Ciddi emek ve maliyetle çıkarıyoruz bu gazeteleri di mi ama azizim...evet yaaa... Ya ne diicem gelsene bir ara bi çay içeriz.... tamam..hadi akşam üzeri 4 gibi görüşürüz abiciim. Kendine iyi bak..bay baaaay.