Acildeyiz. Hastanede. 4 kişi. Ben, Bayram ve Yusuf. Necati ise içerde. Acilin perdelerle ayrılmış bölmelerinden birisi sürekli hareketli, girenin çıkanın haddi hesabı yok. Ben şu ana kadar 3 doktor ve 4 Hemşire sayabildim. Necati hastaneyi ayağa kaldırmış durumda. "Acıyoor!" haykırışları hastanenin koridorlarında yankılanıyor. Biz ise korkudan tir tir titriyoruz. Depremle birlikte üzerine hiçbirşey almadan sokağa fırlayan insanlar gibiyiz. Boxer şortlar, eski tişörtler ve terliklerle koridordaki bankta yan yana dizilmiş halde, sadece ve sadece önümüze bakıyoruz.
Hemşirelerden birisi perdeyi aralayarak Necati'nin başından ayrıldı bize doğru geldi.
- Çıkacak gibi görünüyor, dedi. Yalnız yine de operasyon yapmamız gerekecek. Bu arada yandaki karakola haber verdim. Birazdan burda olurlar.
Hemşirenin ağzıdan çıkan "karakol" kelimesiyle birlikte korkumuz iyice arttı. Dokunsalar ağlayacak durumdayız. Birbirimize şaşkın bakışlar fırlatırkan, koridorun ucunda polis telsizi sesleri yankılanmaya başladı bile. 2 polis hızla önümüzden geçip perdenin dibindeki hemşireye doğru ilerledi. Hemşire elleri ve gözleriyle bir içerisini bir de bizi gösterip heyecanlı heyecanlı birşeyler anlatmaya başladı. Polisler arada bize bakış atıyor, arada perdeyi aralayıp içeriye bakıyordu. Bir tanesi içeriye girdi. Diğeri bize doğru yaklaştı. Elindeki telsizden sürekli cızırtılar yükseliyordu.
- Anlatın bakalım gençler, dedi babacan bir tavırla. Ne yaptınız böyle arkadaşınıza?
- Memur Bey valla bizim bi suçumuz yok, diyerek atıldı Yusuf. Hepsi bir kazaydı, dedi. Ses tonu da aynen adı gibiydi.
- Sen bi anlat bakalım da, kaza olup olmadığına biz karar verelim, dedi Polis.
- Amirim, biz Tıp öğrencisiyiz, diye söze başladı Yusuf. Finallerimiz yaklaşıyor ve biz de sürekli ders çalışıyoruz. Bu akşam da derslerle o kadar boğulmuşuz ki, hadi kafayı dağıtalım dedik, Tekel bayiinden viski aldık.
- Viski şişesinin sebebi bu yani? diye Polis meraklı şekilde sordu.
- Evet amirim, diye devam etti Yusuf. Ses tonuna biraz güven gelmişti. Masadan ders kitaplarını kaldırdık, viski şişesini koyduk. Hem muhabbet ediyoruz hem de arada viskilerimizi yudumluyoruz. Derken şişe bitmesine yakın, bu Necati arkadaşımız "beni çarptı galiba" deyip biraz uzanmak için hemen masanın dibinde bulunan ranzanın üst kısmına çıktı.
- Necati uykuyu çok sever amirim, diye söze girdi Bayram. Daha doğrusu eğer uykusu gelmişse kimse onu uyumaktan alıkoyamaz. Nerde olursa olsun farketmez onun için. Florya'da dalgakıran kayalıklarında dolunayı seyrederken uyuduğunu görmüşlüğümüz vardır. Uykusu çok ağırdır Necati'nin. Top patlasa uyanmaz.
- Doğrudur amirim, diye devam etti Yusuf. İşte herşey ondan sonra başladı. Alkolün de etkisiyle, şuna bir şaka yapalım dedik. Sözde basit bir şaka olacaktı amirim, gülecektik, sınav stresini üzerimizden atmak içindi herşey, dedi. Sesi yine ağlamaklı ve korkak çıkmıştı. "Oğlum ben buna şaka yapıcam" dedim. Bu ikisi de "dur yapma etme, bak uyuyor garibim" demeye kalmadan, bir koşu lavaboya gittim. Elimde yarım litrelik dolu pet şişesi vardı. Necati'nin yatağına iyice yanaştım. Pikeyi kaldırdım. Şişeyi Necati'nin Boxer'ının üzerine doğru yavaş yavaş boşaltmaya başladım. Şişenin hepsini boşalttıktan sonra, pikeyi, Necati'nin bir bacağı açıkta kalacak şekilde, örttüm.
- Uyanmadı mı yahu? diye sordu Polis.
- Hayır amirim, uyanmadı. Şişeyi çöpe attıktan sonra Necati'nin yanına geldim. Dürtmeye başladım.
"Necati kalk. Necatiii."
"Hıı.."
Bu sefer iki kolumla daha güçlü dürttüm.
"Necati kalk hadi kalk. Ders çalışacaz."
Normal bir insanı yerinden fırlatacak kadar sert dürtmeye, Necati gözünü hafifçe açarak cevap verdi. "Tamam oğlum, kalkıyorum" diye birşeyler geveledi. Yerinde hafifçe sırtüstüne dönerken, bir anda irkildi, kafasını göbek kısmına doğru bakmak için kaldırdı. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Sol eliyle hızlıca pikeyi üzerine attı. Kafası hariç heryeri pikenin altında kalmıştı.
Biz 3 kişi, Necati'nin seri hareketlerini izlerken ranzanın alt kısmına kendimizi attık. Gülmemeye çalışıyorduk ama mümkün değildi. Ben alt taraftan Necati'ye seslendim "Kalksana oğlum. Hadi bak, finaller yaklaşıyo. Daha anatomi çalışacaz olm senle"
Necati birşey çaktırmamaya çalışıyordu.
"Tamam ya, siz salona gidin gelicem ben birazdan."
"Niye oraya gidiyomuşuz lan. Burda, odada çalışıyoruz ya işte ne güzel"
"Yok yok. Siz salona gidin, orası sessiz olur. Orda çalışırız."
Üçümüz odadan çıktık amirim. Kapıyı kapattık ve kapının dibinde beklemeye başladık. İçerden ranzanın gıcırtılarını duyunca hemen üçümüz de daldık. Sözde Necati'yi altına işemiş halde yakalııcaktık ve gülecektik.
- Eee, nooldu peki? diye sordu Polis
- İşte ne olduysa o an oldu amirim, diye cevap verdi Yusuf. Biz üçümüz gülümseyen suratlarla hızla içeri dalınca Necati tekrar panik halinde yatıp pikeyi üzerine atmaya çalıştı tabii, haliyle. Ama altında kalmış olan pikeyi çekeyim derken pike onu hızlıca savurdu ve Necati ranzadan aşağıya doğru sallanmaya başladı. Kollarıyla sağa sola tutunmaya çalışırken popo üstü masaya doğru düştü amirim.
- Şişeyle de o an?... şey oldu?
- Evet amirim aynen öyle oldu, şişe sen boxer'ı del. Adam bir de hemeoridmiş amirim, sürekli krem sürüyormuş. Biz nerden bilelim, dedi Yusuf. Gözünden 2 damla yaşa gelmişti. Elleriyle yaşları silmeye çalışırken devam etti:
- Anlıcaanız bizi şaka, kaka oldu amirim, dedi. Valla bizim günahımız yok.
Bu sırada diğer polis geldi:
- Amirim, ranzadan şişenin üzerine düştüğünü söylüyor, dedi. Altına da işemiş, galiba korkudan.
- İşemiştir, işemiştir, diye söylendi Polis. Al bunları götür karakola, yazılı ifadelerini al, diye devam etti.
*
O gece saatlerimizi karakolda geçirdik. İşin garibi, Necati bir daha ömür boyu hemeroid olmadı.
22 Ağustos 2012 Çarşamba
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Koku. Bir metrobüs hikayesi
Haftasonunda, Zincirlikuyu’dan Avcılar istikametine giden bir metrobüse, o gün tarihi olaylara tanıklık edeceğimi hiç bilmeden, en arka kapıdan binmiş bulundum. Aylardan Haziran ortası, hatta güneşli bir günün de tam ortası, sıcaklık 30-35 derece. Haftasonu olmasına rağmen her zamanki gibi metrobüs kalabalık. Sıcaktan ter içinde kalmış insanların kesif kokusu etrafı sarmış durumda. Klima var, ama sadece isim olarak. Kalabalık o kadar fazla ki, klima da yetmiyor.
Metrobüs yolcularını aldı, hareket etti. Daha 5 dakika bile olmadan, orta taraftan gelen tuhaf, tekerlek patlaması sesine benzer bir sesle birlikte bir anda pazar yerinin ortasına atılmış bir bombadan kaçanlar misali, orta kısımdan üzerime doğru bir insan dalgası hızla itişerek gelmeye başladı. Neye uğradığımı şaşırdım. Can havliyle kendimi cam kenarına doğru attım ve koridordan hızla üzerime doğru gelen insan tsunamisini savuşturdum. İlk şoku atlattıktan ve tekrar ayağa kalktıktan sonra sesin geldiği yöne baktım. Düşen bazı insanların kalkmaya çalışırken hem homurdanması hem de birşeylerle ağızlarını burunlarını kapatmaya çalıştıklarını gördüm. Neydi? Noolmuştu? Tekerlek mi patlamıştı? İnsanlar neden ağzılarını kapatıp söyleniyorlardı.
Derken orta yaşlı, kafasının üst kısmı kel ama bıyıklı birisi “E yuh artık!” diye bağırdı.
“Hakkaten yuh” dedi genç bir delikanlı. Kulaklarındaki kulaklıkları çıkarmaya çalışırken bir taraftan da kollarıyla burnunu kapatmaya çalışıyordu.
“Arkadaş zaten banyo yapmıyosunuz, bari bunu yapmayın yahu” dedi yaşlıca bir adam. Yüzünden öfke akarken, kumaş pantolonun arka cebinden çıkardığı ütülenmiş mendiliyle ağzını ve burnun kapatmaya çalışıyordu.
“Ne yedin birader sen böyle yaaa?” dedi, bir başka genç. Bir yandan suratını ekşitiyor, bir yandan yerlere saçılan test kitaplarını toplamaya çabalıyordu.
“Bu ne terbiyesizlik böyle” dedi orta yaşlı bir bayan. Çantasını karıştırıp bir kolonyalı mendili çıkardı ve burnunu mendille kapadı.
Metrobüsün hızı azaldı ama hala gitmeye devam ediyordu. Şöför tavan aynasından içeriye doğru sık sık göz atarak meraklı gözlerle olanları anlamaya çalışıyor, aracı durdurup durdurmamaya karar vermeye çalışıyor gibiydi.
Bu sırada homurdanmaların asıl sebebinin metrobüs içinde hızla yayılan koku olduğu anlaşıldı. Zira o iğrenç koku hızla bana kadar ulaşmış ve bir anda tüm vücudumu esir almıştı. Aman Allahım, o nasıl bir kokudur öyle… Burnumun direkleri kırılmama mücadelesi verirken, kendimden geçer gibi olmuştum. Gözlerimde hafif bir karartı oluşmuş, kafam, bayılmanın sonraki aşamasını gerçekleştirip, hafiften arkaya doğru giderken, kollarım gözlerimden tamamen bağımsız halde tutunacak yer aramaya başlamıştı. Korkunç bir yüke maruz kalmış naçiz bedenim kendini yere doğru hafiften bırakmaya başlamışken, nihayet sağ kolumla sert bir yere tutunabildiğimi hissettim. Vücudumu can havliyle oraya doğru çektim ve yaslanabildim.
Sonunda metrobüs de durdu. Fakat durması da olaylı oldu. Zira şöförde baygınlık halleri görünüyordu. Gözlerinin feri kaçmış gibiydi. Anlaşılan koku ona kadar ulaşmıştı. Direksiyon hakimiyetini kaybeder gibi oldu. Son hamle ile frenlere asıldı, yan bariyerlere sürterek durabildik. Tüm kapılar açıldı.
Birkaç saniye içinde metrobüsün içindeki yolcuların tamamı E-5 karayolunun tam ortasındaki tercihli yola saçılmıştı bile. Bazı yardımsever insanlar, yol kenarındaki korkuluklara oturmaya çalışanların ellerine ve bembeyaz kesilmiş yüzlerine su dökmeye başladı. Sanki ağır bir trafik kazası geçirmiş gibi sarsılmıştı herkes. Ofluyor pufluyorlardı. Kadınlardan bazıları çantalarından çıkardıkları yelpazelerle kendilerini serinletmeye çalışıyordu. Yaşlı bir teyzenin tansiyonu düşmüştü. Hemen yere yatırdılar. 2 kadın yaşlı teyzenin başucuna geldi ve birinin çantasından çıkardığı kolonyayı teyzenin bileklerine ve boynuna sürmeye başladılar. Herkes homurdanıyordu.
Sonra bir anda ortalık hareketlendi. 4-5 kişinin “gel ulan buraya, seni pis herif” diye bağırarak genç birinin peşinde hızla koştuklarını gördüm. Genç ise hızla ve çok çevik bir şekilde arayı açıp uzaklaşırken, arada bize doğru dönüp bağırıyordu. “Ben öyle metrobüslerin içine, işte böyle sıçarım arkadaş… Bu eziyete mahkum değiliz… İnsanca toplu taşıma hepimizin hakkıdır” diye slogan üstüne slogan atıyordu. Çağlayan’da bir ara sokağa karıştı, gözden kayboldu. Zaten kimsenin de genci kovalayacak mecali kalmamıştı.
Öğrendik ki, aktivist bir üniversiteli gençmiş. Her gün kullanmak zorunda olduğu metrobüsün sefer sayılarının az olmasını ve metrobüslerin kapasitelerinin çok üzerinde yolcu almak zorunda bırakılmalarını koku bombasıyla protesto etmek istemiş.
*
Tuhaftır ertesi gün bu olay gazetelere farklı biçimde yansıdı. Ben kokuyla ve metrobüs protestosu ile ilgili haber beklerken, metrobüsün yine kaza yapıp korkuluklara çarptığı, hafif yaralılar olduğu ve seferlerin 2 saat aksadığı yazıldı…
10 Ağustos 2012 Cuma
Olimpiyata 150bin kondom
Başlık aynen bu: Olimpiyat köyünde 150 bin prezervatif dağıtılmış.
Vay anasını sayın seyirciler.
Ben de başlığı görünce durur muyum hiç, hemen klasik bir Türk olarak, elalemin derdi beni gerdiğinden dolayı, matematiksel hesaba giriştim: Şimdi efendim orda 10,500 kadar sporcu var. Yani sporcu başına yaklaşık 15 tane düşüyor. E normal olarak bu iş için 2 kişi gerektiğinden etti mi sana 30. Olimpiyatlar kaç gün sürüyor; 17 gün. Olimpiyatların başlamasından once geldiklerini de hesaba kattığımızda…
Dur bakalım… Hesap makinesini alalııım... topla, çarp, çıkar, böl…
Toplamda 20-25 gün ve 30 kondom eder.
Evet evet, bu bir rekor...
Olimpiyat rekoru hem de... Madalyasız ama olsun.
Gerçi günde 8-10 bin kalorilik yoğun diyetler uygulayan, protein üzerine protein alan, kaslı ve yağsız insanlardan bahsediyoruz... Libidonun tavan yapması normal yani...
Benim asıl takıldığım nokta ise şu oldu:
Sonuçta oraya türümüzün en üstün insanları gidiyor; en uzağa atlayanı, en hızlı koşanı, en ağır kaldıranı, en hızlı yüzeni gidiyor… Yani ırkımızın bu gezegen üzerindeki en üstün varlıkları orda buluşmuş durumdalar… İşte inanılmaz mantık hatası da tam olarak burda başlıyor azizim: Tam da üstün ırkı çoğaltacak muhteşem bir mekan sağlamışsın. Güzel odalar, sosyalleşme yerleri yapmışsın… Hava güzel, zemin müsat, yani elinde herşey var iken… Neden üstün ırkın çoğalmasına engel oluyorsun yahu?!
Biz insanlar çok garip yaratıklarız vesselam. Yarış atlarına geldiği zaman en hızlı atları bir araya getirip daha hızlısını elde etmeyi planlarken iyi ama insana geldiğinde “hoop dur bakalım” de…
Kimbilir ne yetenekler çöpe gitti…
Olacak iş değil…
Kınıyorum…
3 Ağustos 2012 Cuma
Bir gün herkese 'TC Kimlik no' lazım olacak
- Komserim merhaba, kolay gelsin.
- Buyrun ne vardı
- Komserim bende bişey yok. Bende bir şey yok da....nasıl desem...bu turist arkadaş şey olmak istiyor
- Ne olmak istiyormuş?
- Eeee şey amirim....Türk vatandaşı olmak istiyormuş amirim
- Olur hay hay, yapalım. Yapalım da neden Türk vatandaşı olmak istiyormuş?
- Komserim aslında tam olarak olmak istediğinden değil de.... biraz da zorunluluktan amirim.
- Nasıl zorunlulukmuş o yav. Bir Türk kızı mı buldu yoksa?
- Yok amirim, öyle değil...
- Haaa, internete girmek istiyor buuuu. Ondan di mi?
- Ha şunu bileydin amirim.... Adamcağız kaldı burda.... 3 gündür otelde rehin valla... Çıkış yapamadı.... hem uçak biletini de alamıyormuş....Amsterdam'daki ailesiyle de görüşemiyormuş... çok dertli çoook.
- Niyeymiş yahu
- Valla amirim, adamcağız gelirken para haricinde ne telefon ne kredi kartı, hiçbişey almamış yanına. Dönüş biletini, otel uçak ödemelerini filan hep internetten kartla yaparım, ailemle de internetten konuşurum diye düşünmüş. E bizim ülkedeki bilgisayarlar da, biliyorsunuz, internete girmek için TC kimlik no istiyor. Hal böyle olunca, bu garibim hiç birini yapamamış. Ailesinden de para isteyemiyor. Parası da bitince, kaldı burda anlıcaanız.
- E çalışanlardan birisi verseydi ya kimlik numarasını, niye vermediniz adamcağıza?
- Aman amirim, naaptın sen?... Adam hırlı mıdır hırsız mıdır, nedir bilmeyiz biz.... Bizim kimlik nosuyla kimbilir hangi sitelere girecek.... Olmaz öyle şey....Üç kuruşluk internet geçmişimiz var zaten, onu da heba etmesin. Otelden kimse vermek istemedi valla.
- Uleyn, siz kendiniz sanki habire belgesel(!) sitelerine giriyonuz di mi? Üstelik bir de adama kimlik numaranızı vermiyonuz, nasıl adamlarsınız lan siz?
- Öyle deme amirim, hem bunun yakışıklı yüzüne gözüne bakma sen. Ne malum çocuk şeysi olduğu..
- Tamam, tamam....E ne dediniz adama?
- Türk olacaksın, dedik amirim.
- O ne dedi peki.
- Valla amirim, ilk önce mırın kırın etti. Sonra ilk günü bulaşıkhanede ve akşamı da çalışan yatakhanesindeki kırık ranzada geçirince, vatandaşlığı seve seve kabul etti.
- İyi halt etmişsiniz. Sonra evine gidince bir Geceyarısı Ekspresi daha yapsınlar diye di mi?
- Ama komserim, adam sinirli biri. Çıkış yapamadı diye bütün oteli ayağa kaldırmıştı. Lobideki herşeyi kırıp dökmeye filan başlamıştı. Valla amirim, Allah seni inandırsın, 5 kişi zor zaptedebildik adamı. Hem ordan geçen...
- Tamam. Sus sus... Gelin bakalım şöyle. Adı neymiş bunun?
- Marco, amirim.
- Soyadı da 'Van Basten' mi lan yoksa? Hehe şaka şaka...
- Valla amirim, güleceksin ama 'Van Der Linden' yani.
- Hehe . Yaklaşmışız diyorsun.
- Evet amirim.
- Şimdi söyle Marco'ya. Kimliği ya da ehliyeti lazım. 12 tane vesikalık resim lazım. Anne kızlık soyadı lazım. İkametgah il muhaberi lazım. Bi bankaya gidin hesap açtırtın. Sonra SGKya gidin, bir SGK numarası alın. Tam teşekküllü hastaneden 'bulaşıcı hastalığı yoktur' raporu lazım. Haaa bir de, Çağlayan adliyesine gidecek 'sabıkası yoktur' raporu alın, o da lazım.
- Aman komserim, naaptınız? Metrobüs için akbil kartı da lazım mı?
- Dalga geçme, neyi naapmışım? Prosedür böyle. TC vatandaşı olmak istiyorsa bu belgeleri getirecek.
- Amirim ben bunları ona nasıl söylerim. Hadi ikametgahı hallettik, otel gösterdik. Sabıka kaydını nasıl alacaz bunun? Üstüne bir de adamı doktor doktor gezdirip, orasını burasını açtırıp hastalık kontrolü mü yaptırcaz?
- Valla ben bilmem, kanunlar böyle.
- Tamam dur, ben bi söyliyeyim...
- Söyle bakalım.
- Şimdi Marco.... Yu... yani sen.......******
- What?....*****
- Eee ne diyor?
- Valla komserim... ne desem şimdi... yani, pek güzel şeyler söylemiyor amirim.
- İçeri mi attırmak istiyonuz yav siz kendinizi bana? Evrakları getirmeden vatandaşlık filan yok, aynen söyle ona.
- Söyledim amirim
- E hadi o zaman, belgeleri hazırlayın öyle gelin. Hem ona söyle, belgeleri hazırlayıp başvuruyu yaptıktan 1 hafta sonra mahkemeye çıkacak. Vatandaşlığı mahkeme sonucu belli olacak. E şimdi adli tatil olduğu için mahkeme en erken Eylül başında olur.
- Aman amirim naaptınız siz? Daha Temmuz'un ortasındayız.
- Valla ben bilmem. Kanunlar böyle.
- Amirim ben bunu ona asla söyleyemem. Acıyın bana.
- Söylersin söylersin... Ama senin dediğin gibi tepkiler veriyorsa dışarda söyle, yoksa atarım ikiniz de içeri, ona göre.
- Anladım amirim... Hakkınızı helal edin amirim... Bi daha serde görüşememek olabilir amirim.. Verin elinizi öpeyim amirim...
- Bırak elimi bırak.. Hadi kolay gelsin...Sonra belgelerle gelin de işlemlerinizi yapalım.
*
2 dk. sonra
- Nooluyo dışarda? Ne bu gürültü?
- Amirim az önce burdan çıkan turisti zaptetmeye çalışıyorlar. Turist, o otel görevlisi çocuğu kovalıyor ve bağırıyor komserim.
1 Ağustos 2012 Çarşamba
Bir başarı(sızlık) öyküsü
Sevgili Günlük
11 Şubat 2003: Bugün de o iri kıyım Necmi'den zor kurtuldum. Her okul çıkışında beni korkutuyor. Çelimsiz buldu ya, bütün okul dururken beni korkutuyor . Ama, çıkış kapısında onu görünce eve doğru öyle bir koşuyorum ki, yakalayamıyor bile. Tıknaz nefes, noolucak.
14 Şubat 2003: Okul çıkışı kapısında attığım hızlı deparlar Beden Eğitimi öğretmenimin dikkatini çekmiş. Bugün Beden Eğitimi dersinde beni 2 defa 100 metre koşturdu. Elinde tuhaf bir alet vardı, çözemedim.
22 Şubat 2003: Öğretmenim beni bir yere götürdü. Ama çok uzaktı. Giderken 3 tane belediye otobüsü değiştirdik. Çok yoruldum. En yakın saha ordaymış. Oraya gelince, beni birkaç kişiye gösterdi, hadi koş bakalım, dedi. Ama yorgunluktan iyi koşamadım. Dönerken de yine 3 otobüs değiştirdik. Pestilim çıktı.
25 Şubat 2003: Öğretmenim gene derste beni tek başıma koşturdu. Elindeki alete bakıp bakıp şaşırdı.
26 Şubat 2003: Öğretmenim babamı okula çağırıp konuştu. Bende "iş var"mış. Ne demek bu, anlamadım. Başka bir okula gitmem gerekiyormuş. O 3 otobüsle gittiğimiz yere taşınsak iyi olurmuş. Ama ben, okul ve mahalle arkadaşlarımdan uzak kalamam ki. Hem zaten babam benim doktor ya da futbolcu olmamı istiyor.
27 Şubat 2003: Annemle babam biraz tartıştı. Korktum. Annem siprinter diye bir laf söyledi arada. Babam kızdı, siprinter miprinter anlamam ben, benim oğlum okuyacak doktor çıkacak, ya da futbolcu olacak bizi kurtaracak, dedi.
24 Haziran 2006: Oh, nihayet ortaokul bitti de liseye geçebildim. 3 senedir sınavlara gire çıka iyice sınavkolik olmuştum. Nihayet bu dersane ve sınav maratonu bitti. Artık boyum da uzadığı için Necmi bana yaklaşamıyor bile. Haftasonları futbol kurslarına gidiyorum ama futbol öğretmenim sadece iyi koştuğumu öte yandan tekniğimi ilerletmek için daha çok çalışmam gerektiğini söylüyor. Seçmelere giremeyebilirmişim. Bu arada, babam beni bütün tvlerdeki yarışmalara sokmaya kararlı gibi. Kanal kanal geziyoruz. Geçenlerde gittiğimiz Bir Şarkısın Sen'den sona dün de Yeteneksizsiniz Türkiye seçmelerine girdim. Şarkıyı iyi söyleyemedim ama yaptığım esprilerle salondaki herkesi güldürdüm. Dalga mı geçtiler yoksa gerçekten güldüler mi, anlayamadım. Zaten şarkı söylemeyi de sevmiyorum ki.
29 Eylül 2006: Şimdi de başımıza üniversite belası çıktı. Babam beni dersaneye yazdırdı. Yarından başlayarak artık her haftasonu tam gün gidecekmişim. Off çekilir çile değil. Daha kaç sene var yahu üniversiteye.
10 Ekim 2006: Lise çok zormuş. İlk sınavlardan sonra bazı derslerden zayıf alınca babam hemen özel hoca tuttu, haftasonu dersane yetmezmiş gibi şimdi de artık hafta içi 3 akşam özel hocadan ders alıyorum. Şu Kimya ve Biyoloji denen dersleri icat edeni bi bulsam, 100 metre içinde 3 defa yakalar, ağzına avagadro sayısı kadar endoplazmik retikulum hücresi doldururdum.
13 Ekim 2006: Babam pes etti; futbolu bıraktım. Derslerime, sınavlarıma odaklanmam gerekiyormuş. Zaten saatleri dersanenin son dersi ile de çakışıyordu.
12 Aralık 2006: Biyoloji ve Kimyadan ikinci zayıfları da getirince babam çok kızdı. Anlamıyorum işte napiim, hem sevmiyorum da bu dersleri. Hatta nefret ediyorum.
28 Eylül 2009: Bugün okul servisini az kaldı kaçırıyordum. Yetişmek için öyle bir depar atmışım ki, bir ara şöför camına kadar gelip 'Muhittin Abi dur da bineyim' dedim. Adam pencedereden dışarı bakıp beni dibinde görünce şaşırdı, az kalsın kaza yapıyordu.
29 Eylül 2009: Servis minibüsünü koşarak yakalamam okulda olay oldu. Beden hocası olayı duyunca gene gaza geldi galiba. Beni bir kenara çekti. Kısa mesafeleri iyi koşuyormuşum. Kulüplerin seçmelerine katılabilirmişim. Olabilir dedim. Haftasonu için sözleştik.
3 Ekim 2009: Dersaneye gidiyorum diye çıktım. Hocamla buluşup bi kulübün tesislerine gittik. 2 defa 100 metre koştum. Birinde engelli, diğerinde normal. Ordaki hocanın suratını görmeliydin günlük. Derecelerimi görünce çok şaşırdı. Babamı arııcakmış. Eyvah!.. Babam beni dersanede diye biliyor. Annemin telefonunu verdim.
4 Ekim 2009: Annem babamla konuşmuş. Zira eğitmenin söylediğine göre çok yetenekliymişim. Kendimi heba etmemeliymişim. Babam ikna olmadı yine de .
2 Aralık 2009: Beden hocasının ve annemin ısrarları nihayet meyvesini verdi. Türkiye dereceleri yapabilirmişim. Babam meşhur olabileceğimi duyunca, Türkiye dereceleri yapabilecek kapasitede olduğumu duyunca aylar, hatta aslında yıllar, sonra ikna oldu. Haftaiçi her sabah erkenden kulübün tesislerine gelip eğitmenin eşliğinde antreman yapmam gerekiyor.
10 Ağustos 2010: Üniversite sınav sonuçları açıklandı. Kazanamamışım. Evde matem havası var. Babam suçu hep antremanlarıma atıyor. Bense bıktım bu sınavlardan arkadaş. Artık koşu kulvarlarını bile 1 2 3 4 5 şeklinde değil de A B C D E gibi şıklar halinde görmeye başladım.
22 Ağustos 2010: Bugün yıldız erkekler 100 metre sprint yarışını kazandım. Hem de Türkiye rekoru kırarak. En yakın rakibime tam 50 salise fark attım günlük. Çok mutluyum çoook :)) Kameralar da vardı. Akşama spor haberlerinde izliicem kendimi. Çok gururluyum.
23 Ağustos 2010: Hayret hiç bir haber bülteninde çıkmadım. Hep futbol haberleri vardı. Belki kasetleri yayına yetiştirememişlerdir diye bugünkü gazetelere de baktım. Ama yok. Hiçbirinde yok. Hatta spor gazetelerinde bile yok. Varsa yoksa Fenerbahçe Beşiktaş Galatasaray futbol takımlarının transfer haberleri. Üstelik de transferden değil, olasılığından bahsediyorlar: 3 aydır peşinde koşturulan futbolcunun bu sefer de eşi ikna edilememişmiş. Eşi İstanbula davet edilmiş. Kalacağı evi gösterilmiş... Sporumuzun gündemi buymuş demek ki.
1 Eylül 2010: Artık hafta içi haftasonu demeden hem dersaneye gidiyorum hem de Türkçe ve Matematik'ten özel ders alıyorum. Resmen testler arasında yaşıyorum günlük.
17 Ocak 2011: Spor Eğitmenimle konuştuk. Hedefimiz 2012 olimpiyatlarına katılmak. Ama hem dersane hem antremanlar çok zor gidiyor.
22 Ağustos 2011: Nihayet üniversiteyi kazanabildim. İşletme. Babam her ne kadar çok sevinmiş gibi görünmese de annem çok mutlu oldu. Yıllar sonra, kutlama diyerekten, pasta yiyebildim. Her gün makarna et yumurta ve tuzsuz yemekler yemekten bi tuhaf olmuştum. Midem bayram etti. Kola bile içtim günlük :)
13 Şubat 2012: Hem dersler hem de antremanlar beni çok zorluyor. 2 zayıfım var. Derslere mi ağırlık versem? Babamın dediği gibi, önce okuyup elime mesleğimi alıp sonra yapsam acaba bu işi? Eğitmenim tempomu az buluyor, ama günde 3 saat antreman yapmaktan da canım çıkıyor. Hem kaçırdığım dersler oluyor, ki bazı hocalar yoklamalardan not kırmaya başladılar.
15 Mayıs 2012: Olimpiyat seçmelerini geçtim. Yaşasın :)
8 Temmuz 2012: Okulda finaller açıklanmaya başlandı. 3 dersten çakmışım. Seneye alttan alıcam. Babam kıyameti kopardı. Hep bu antremanlar yüzündenmiş. Zaten doktor da olamamışım. Tam bir hayal kırıklığıymışım. Anneme de kızdı, hepsi onun yüzündenmiş. Bana çok yüz vermiş.
20 TEmmuz 2012: 2012 olimpiyatları için kafile olarak yola çıktık. İlk defa bu kadar çok kamera bana odaklandı. Herkes benden madalya bekliyormuş. Niye anlamadım, oysa eğitmenim daha yeterli olmadığımı, asıl hedefimizin 2016 olması gerektiğini söylemişti. Spor Bakanı olsun, Milli Eğitim Müdürü olsun, Başbakan olsun hepsiyle resim çektirdim. İlk kez gazeteye çıktım. En arka sayfada ve küçük bir resim, ama olsun. O bile güzel.
28 Temmuz 2012: Bir haftayı aşkın burdayız. Antremanlarım hafif tempoda devam ediyor. Bi taraftan da toplamda 4 dersten kaldığımı öğrenmenin moral bozukluğu var. Mezuniyet çok uzak gözüküyor bana. Burada rakiplerim çok zorlu. Çinden bir sprinterle konuştum. Devlet ailesine ev tutmuş, olimpiyat stadına çok yakın bir yerde kalıyormuş. En az 10 yıldır, günde 6 saat antreman yapıyormuş. Hangi saatte ne yiyeceği belliymiş. Oysa ben daha 3 senedir bu işteyim. "Peki okul?" dedim. Okulda burslu okuyormuş. Hem bazı derslerden muafmış, hem de dersleri onun antreman saatlerine göre ayarlanmış.
30 Temmuz 2012: İlk elemeleri geçtim. Hatta kendi en iyi derecemi yaptım. Türkiye rekorunu sadece 5 salise ile kaçırdım. Çeyrek finale kaldım. Çok mutluyum. Gazeteler beni konuşacak.
31 Temmuz 2012: Gazetelerde tek satır haber yok. Halterde ağlayan abla ve abilerimi manşet yapmışlar. Bir de Melo mudur nedir, bir futbolcu varmış, menejerleri transfer için yan çiziyormuş. Yıllık 3 milyon € istiyorlarmış. Ben hayatımda o kadar parayı görmedim günlük.
02 Ağustos 2012: Bugünkü seçmelerde Türkiye Rekoru kırdım. Hem de birinci oldum. Çok mutluyum. Havalara uçtum resmen. Annemi aradım, telefonda ağlaştık. Eğitmenim de çok tebrik etti. Doğru yoldaymışım. Akşam heyecanla haberleri izledim. Tüm futbol klüplerimizden bahsettiler, birbirlerine karşı sürekli yazılı açıklamalar yapmışlar. Birbirleriyle ne alıp veremedikleri varsa. Hatta sonrasında futbol kulüplerinin kamp günlüklerini bile saatlerce konuştular, ama gelgelelim benim Türkiye rekorumdan hiç bahsetmediler.
03 Ağustos 2012: Gazeteleri aradım taradım. Sadece birinde ve o da ilk sayfada değil ama 6ıncı sayfa gördüm kendimi. Küçük bir haber. Resmim bile yok. Elendiğimi yazıyor. Seride birinci geldim ama toplamda son 16ya giremediğim için yarıfinale kalamamışım. Hoop ne diyosunuz oğlum siz. Türkiye rekoru kırdım lan ben. Üstelik daha 20 yaşındayım.
04 Ağustos 2012: Gazeteciler bana tuhaf bakıyor. Sanki rekor kıran birisi değilmişim de sonuncu gelmişim gibi. Bir tanesi bana sokuldu. "Otele Melo gelmiş, gördüğün anda bana bi telefon eder misin?" diye sordu........ Yok arkadaş, ben babamı dinleyip futbolculuğa asılsaydım keşke. Yıllarca, bu kadar futbol çalışsam şimdi benim peşimde koşarlardı. Aslında yaşım da geç sayılmaz. Hem bak Caniggia örneği de var önümde. Adam atletizmle başladı, hiç tanınmazken futbolculuğa geçti ve dünyaca ünlü bir futbolcu oldu. Hem zaten sprinterler Türkiye'de ne kadar kazanıyor ki. Devlet memuru oluyosun sonuçta. Ama bak Meloya milyon yurolar sayacaklarmış. Evet, evet ben en iyisi futbolculuğa soyunayım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)