“... Aslında hepimiz birer Pavlov köpeğiyiz.”
Aynen böyle söylemişti babam, bir dost muhabbeti sırasında. Küçüktüm. Sohbetin tamamı aklımda kalmamıştı ama babamın söylediği bu söz hafızama kazınmıştı. Tam anlamamıştım ve çok da merak etmiştim: Pavlov neydi, bir kopek türü müydü, babam neden hepimize köpek demişti.
Yıllar geçtikten sonra, elim az buçuk kalem tutmaya başlayınca, anladım ne demek istediğini... Pavlov'u ve o meşhur köpek deneyini. Rutin hayatımızın bir özetiydi, babamın söylediği o müthiş cümle. Zira beyin beden koordinasyonu aynı hareketi sürekli birşekilde tekrarlamaktan artık rutin bir hal almıştır. Beyin düşünmez sadece yapar. Ama bazen ne yaptığını farketmez. Yani, günlük hayatımızın şartlı reflekslerle dolu olduğunu göstermek istemişti babam.
Plaza çalışanı olarak, giriş/çıkış turnikelerine her Akbil kartı basma girişimimde hatırlarım babamın bu müthiş sözünü. Gülümserim. Hatta bazen işyeri giriş kartımla metrobüse bile girmeye çalışırken bulurum kendimi.
Sabahları diş fırçasına diş macunu yerine traş köpüğü sıkmaya çalıştığımda hatırlarım yine sevgili babamı…
Bunlar yine de küçük, ufak tefek dalgınlıklar. Araya bir de ramazan ve oruç gibi kavramlar girince dalgınlıklar acayipleşebiliyor. Özellikle de ramazanlar yaz aylarına denk geldiğinde. İftar saati 8i geçtiğinde.
O gün de benzer bir senaryo benim için sahnedeydi.
Ramazanın ilk gününde, yoğun geçen bir işgünü akşamında, çıkışta arkadaşlarla sohbet ede ede, dünyanın yolunu yürüdük ve Zincirlikuyu metrobüs durağına geldik. Birbirimize iyi akşamlar dileyip gruplara ayrıldık. Biz iki kişi, Avcılar istikametine giden metrobüse bindik. Muhabbet ede ede bir 20 km daha yol gittik. Bir taraftan da ‘bu yürüyüş ve muhabbet iyi geldi, ilk günden oruç vurmadı, ne güzel’ diye düşünüyorum. Neyse efendim, metrobüsten indim, oturduğum siteye geldiğimde, evin önünde beynimden vurulmuşa döndüm.
Arabam yoktu!..
Apartmanın etrafındaki bütün arabaları hızlıca taradım.
Hayır yoktu.
Elim ayağım boşaldı. Zaten eve yaklaştıkça attığım her adımda oruç başıma vurmaya başlamıştı. İftara sadece birkaç dakika vardı. Sakin bir şekilde düşünmeye zorladım kendimi. Sabahtan başlayarak tüm bir günümü film şeridi gibi gözümün önünde canlandırmaya çalıştım…Kan şekerimi yükseltip tüm gün rutin işleri yapan beynimi iftar öncesi son kez çalışmaya zorladım.
Evden çok uzakta çalışan birisi olduğum, işime nadiren metrobüsle ama çoğunlukla arabam ile gittiğim, fakat park yeri sorun olduğu için belirli bir parkyerimin hiç olmadığından boşta nereyi bulursam oraya park ettiğim ve genellikle iş çıkışında da nereye park ettiğimi unuttuğum aklıma geldi…
Evet o sabah da işe araba ile gitmiştim...
Rahatladım. Aklıma yine babamın meşhur sözü geldi. Gülümsedim. Kafamda bu düşüncelerle kapının zilini çaldım.
Ama içerden ses yok.
Ne çocuk sesleri, ne eşimin sesi, ne de açık bir çizgi film kanalı sesi. Kapı duvar. Birkaç kez daha zili çaldım ama hala ses seda yok. Söylenerek, kapıyı anahtarımla açıp içeri girdim. Kimse yok. Evde yemek bile yapılmamış. Homurdanarak kendime hızlıca bişeyler hazırladım, zira iftara sadece 10 dakika var. Bi taraftan da çocuklar bakıcılarıyla sitenin parkındalar, hanım ise trafiğe takıldı gibi senaryoları yazıyorum… Sofrayı hızlıca hazırladım, oturdum. Saatime baktım.
Tam akşam ezanını beklemeye başlamıştım ki, cep telefonum çaldı, açtım.
Ama içerden ses yok.
Ne çocuk sesleri, ne eşimin sesi, ne de açık bir çizgi film kanalı sesi. Kapı duvar. Birkaç kez daha zili çaldım ama hala ses seda yok. Söylenerek, kapıyı anahtarımla açıp içeri girdim. Kimse yok. Evde yemek bile yapılmamış. Homurdanarak kendime hızlıca bişeyler hazırladım, zira iftara sadece 10 dakika var. Bi taraftan da çocuklar bakıcılarıyla sitenin parkındalar, hanım ise trafiğe takıldı gibi senaryoları yazıyorum… Sofrayı hızlıca hazırladım, oturdum. Saatime baktım.
Tam akşam ezanını beklemeye başlamıştım ki, cep telefonum çaldı, açtım.
Karşımda önce şaşırmış bir sesle, sonra da öfkelenen karımın sesi... Derken fonda çocukların ve annemin sesi, en sonra da arka fonda babamın kahkahası. Beyinde şimşek çakması, kollu slot makinesinden büyük ikramiye kazanmışçsına hızlıca düşen jetonlar silsilesi.
İlk iftar için annemler bir gün öncesinden davet etmişti, çalıştığım yer onlara sadece 10 dk yürüme mesafesindeydi. (Yani iş çıkışı, yürüme olayında aslında doğru şekilde güdülenmiş ama bunun sebebini tamamen unutmuştum) Üstelik, eşim de işyerinden izin almış, biraz erken çıkmış, gitmiş, anneme yemek için yardım etmiş, sofrayı hazırlamışlar: Çoluk çocuk ailece beni bekliyorlar…
Peki ben nerdeyim? Tam 20 km uzaklıkta, yalnız bir Pavlov köpeği olarak, işyerinin dibinde arabasını unutmuş, zeytin peynir ekmekle oruç açan bir zavallı beyaz yakalı.
Pavlov! Ahirette iki yakam elinde olacak.
Yok yav, bu laf da böyle değildi sanki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder