16 Aralık 2012 Pazar

Erkekler Venüsten

Bir Abazanın Sevgili Edinme ve Yatağa At(ama)ma Günlüğü

3 Ağustos: Ne yapacağımı bilemiyorum. Tam bir şaşkınlık içindeyim. Buluşma teklifini kabul etti, evet kabul etti. Etmez sanmıştım, öylesine messenger’da sormuştum, ama etti işte. Tam bi mavi ekran durumundayım. Bunca yıldır ilk kez bir kız teklifime evet dedi. Hem kameradan görebildiğim kadarıyla ortalamanın da üzerinde bir kız. Ne yapacam, ne giyecem ben şimdi…. Ulan ben bile erkek halimle bütün gardırobu 2 defa komple giydim çıkardım, şimdi o kız kimbilir naapıyodur. Kızları şimdi daha iyi anladım, ne yalan söyliyeyim.


5 Ağustos: Çok enteresan bir buluşma oldu. Çok stresliydim ne yapacağımı bilemedim. Ellerimi ceplerimden hiç çıkarmadım iyi mi. Ama onun da bir eli hep sıkı sıkı çantasındaydı. Ne o öyle, sanki çantasını kapıp kaçacakmışım gibi. Gerçi diğer eli boştaydı... Ulan tutsa mıydım yaa.. Uff zor işmiş bunlar... En azından kızın oturduğu memleketini, kaç kardeş olduğunu, aslen nereli olduğunu, 7 sülalesinin tarihini, annesinin işini, babasının işini, kardeşlerinin mesleklerini, kızın burcunu, yükselenini ve burcunun tüm özelliklerini öğrendim. En sevdiği rengi, kitabı filan biliyorum artık. Filmlerden filan da bahsettik sanki. Ben en iyisi şu burç meselesini biraz daha çalışayım, çünkü bir tek o konuyu konuşurken gözleri parlamıştı. İkinci buluşmayı da kaptım. Olacak sanki bu iş :)
Kendime not: Parfüm şişesinin tamamı sıkılmayacak. Salak gibi ben de kızı bir ara nezle filan sandım yaa. Meğer burnunu siliyor ayağına, kızcağız sürekli bildiğin burnunu kapatıyormuş ya la. Kendime ikinci not, Fareler ve İnsanlar kitabı internetten araştırılacak, özeti bulunacak, bir sonraki buluşmada arada bir şekilde bahsedilecek. Bi de bu ‘Notebook’ ne lan? Neden bilgisayarı sevdiğini söyledi ki durup duruken? Hem ‘cam’ açık konuşmuştuk diye filan mı acep?


11 Ağustos: Sinemaya götürdüm. En azından bu sefer, 7 nesil sülalesini sormak gibi salaklıklar yapmadım. Konuşmamak iyi oldu benim için. Film öncesi ve sonrası derken 3 saati yan yana konuşmadan, yani bana göre çok güzel bir şekilde geçirdik. Gerçi filme girerken pek yüzü gülmüyordu ama neyse, gene de bi salaklık yapmadığım için bugünü pozitif olarak değerlendiriyorum. Ayrılırken, sadece yanaktan bir buse öptürdü. Bu arada yanağı ne kadar da yumuşakmış. Bi hareketlenme oldu bende.

Kendime not: Expandables 2, film olarak iyi bir tercih değil. Biraz daha romantik bir film seçilmeye çalışılacak. Kendime ikinci not. Henüz bu ilk aşamalarda Istiklal Caddesi gibi çok kalabalık yerlerde buluşma olmayacak. Nasıl anlıyorlar nasıl algılıyorlar bilemedim; bir sürü çiçekçi roman teyze peşimi cadde boyunca hiç bırakmadı. “abe sevdiceene bi gül al beya” lafları hala kulağımda çınlıyor. Bir de utanmadan uyduruk bir güle 20 kaat istedi iyi mi. Kızcağızın o isteyen ve masum bakışını gördüler tabii. Ah ulan ah bir güle 20 kaat. Olur mu ulan olur mu bu be. Soygunculuk resmen. Bütçe gitti. Öpücüğe değdi mi lan acaba. Artık harekete geçme zamanı geldi.

16 Ağustos: Nihayet onu parka götürmeye ikna edebildim. Haftaiçini de seçtim ki tenha olsun. Hem eve de yakın bir yer, hemen eve geçebiliriz. Hem de masrafsız. Bi çay-simite fit olurduk. Ama olduk mu? Tabii ki hayır. Ne güzel oturduk banklara, konuşuyoruz filan. Hafiften de sarılmışız, birbirimize. Ama ne zaman yanaktan ufak ufak öpmeye başlayınca, bir terslemeler, bi ‘bu anın tadını çıkarmak istiyorum’lar. Ulan hangi anın nasıl tadını çıkaracan, daha dudağa bile geçemedik ki. Sarıl sarıl nereye kadar... Akşam eve geldiğimde barut gibiydim.


19 Ağustos: Bilmediğim lüks bir yere yemeğe gittik. Neymiş efendim, bu sefer o seçecekmiş. Geçen sefer hoş olmamışmış. Hesap iyice girdi. Belli etmedim ama çok sinirliyim, bir de yemekte sürekli eski sevgilisinden bahsetti, neymiş efendim hemen üzerine atlamak istemişmiş, odunmuş. Bana laf mı çakıyor, naapıyor anlamadım ki. Haa bir de ex’i çok pintiymiş. İyice kopardı bu kız beni, o kadar hesabı sen hayatında gördün mü hiç kızım. Elizabeth gel ulan.

25 Ağustos: Bu işi olmayacak gibi… Oysa çok güzel bir haberle başlamıştı gün. Bu sefer beni evine çağırmıştı. En sevdiği kız arkadaşı çok ısrar etmiş, kıramazmış. Bu akşam olacak galiba deyip, hevesle kızın evine gittim. Bir de ne göreyim, evde 3 tane kız bir tane de erkek var. O da birinin erkek arkadaşı filan değilmiş ha. Sonradan çaktım. Resmen tufaya getirdiler beni. Sanırım kız grubu bi rakip çıkardı karşıma. Ulan çocuk da yakışıklıydı valla. Üstelik tüm sofrayı o hazırladı. Meğer adi herifin yemek kursu sertifikası varmış. Mutfağa bi girdi, kimseyi de sokmuyor pis herif. Kızların yarımağızlı 'ay yardım etseydik' laflarını bile hiç duymadı. Adam önlüğü geçirdiği andan itibaren adeta danseder gibi mutfakta bir sağa bir sola doğru kuğu gibi süzüldükçe ben yerin dibine girdim. Ben hayatımda mutfağa girmiş insan dilim ki. En fazla tabak çatal yerleştirebildim sofraya. Yalnız hakkını vermem lazım, ben bu kadar güzel menemen yemedim aga. Bir de o tek elle iki yumurtayı kırma hareketi yok mu, işte sanırım benim bittiğim an o andı. Zira kızların resmen ağızları açık kaldı yav. Çok eğlenmiş gibi göründüm ama moral sıfıra indi.

27 Ağustos: Dermatologa gittim. Parmakta nasır olmuş. Böyle çok vaka geliyomuş. Gülerek bir krem yazdı, bir hafta sürecez artık.


1 Eylül: Aradı. ‘Geçen sefer ki ekip topluca Bebek’e bruncha gidiyoruz, hadi atla, sen de gel’ dedi. İşim var, dedim. İyice yerin dibine mi sokacaksınız yav beni. Yok yok, gerçekten olmayacak bu iş. En iyisi Messenger’ı tekrar kurayım bilgisayara.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Mağaza

Çoğumuzun başına gelmiştir. Bir mağazaya girersiniz, raflarda dolanırsınız. Boş boş, elbiselere gömleklere pantolonlara eteklere bluzlara bakarsınız… Artık giyim kuşamınızdan mıdır, yoksa genel tipinizden mi bilmem, birisi sizi mağaza görevlisi zanneder yardım ister.

O gün de başımıza bu geldi.

Bayan tekstil ürünleri satan bir mağazadayız. Necati, henüz birkaç aydır birlikte olduğu kız arkadaşı ve ben. Üçümüz birlikte caddede neşeli bir muhabbet içerisinde yürürken, Necati’nin kız arkadaşı mağaza camındaki kocaman “%50ye varan indirim” yazısını görünce bir an için kendinden geçti ve bizi hızla içeriye sürükledi. Mağazaya girince kendini iyice kaybeden kızcağız bir tomar giysiyi kucakladığı gibi, sanki arkasından kovalıyorlarmış gibi kabine koştu. Necati ise her zamanki gibi kabinin önünde turluyordu. Birkaç dakika geçmemişti ki, kabinin içinden kızın sesini duyduk. Daha doğrusu Necati’ye seslendi. “Bunun bir büyüğü var mıydı? Bir de mavisi vardı orada onu da getirir misin?"


Necati, ilişkide daha canım cicim aylarında olmalarından dolayı, hızlıca kabinin kapısının üst kısmına atılmış olan giysileri topladığı gibi ilgili reyonları aramaya ve gerekli beden ve renkleri araştırmaya başlamıştı ki, hemen yan tarafındaki bir kadından Necati için artık olağan hale gelmiş o ses duyuldu:


“Pardon…Bakar mısınız?… Bunun bi boy büyüğünü arıyorum ama…Yardımcı olur musunuz?”

Artık tipinden midir, havasından mıdır, suyundan mıdır, yoksa giymeyi her zaman sevdiği beyaz gömleğinden midir bilmem, bu olay sadece benim görebildiğim kadarıyla, en az 3-4 kez Necati’inin başına gelmiş durumdaydı. Sanırım artık o da kanıksamış olmalı ki, eskiden güler yüzle personel olmadığını söylerken, artık ya kibarca ‘tabi’ deyip uzaklaşıyor ve yakında gördüğü görevliye işaret edip yardım isteyen o kişiye yönlendiriyor ya da direkt kendisi yardımcı oluyordu. Bu sefer de öyle oldu.


50 yaşlarındaki bir kadın, rafları dolaşırken, elinde bayan tişörtleri ve bluzları olduğu halde rafları karıştıran Necati’yi gözüne kestirmişti. Elinde zaten oldukça bol olan bir bluzla birlikte Necati’nin dibine kadar sokuldu, usulca Necati’ye doğru eğildi. Necati de bu kadar yakın teması beklemiyordu. Kadın fısıldıyor ama çok hızlı konuşuyordu:


“Bu mağaza çalışanlarının SSKsı filan vardır di mi? Ay çocuğum bizim kız burdan birini beğenmiş… ben de geldim, bi bakayım dedim… bak kızımın haberi yok…. ona göre yani…. kimseye söyleme tamam mı çocuum…. burda Mehmet diye birisi varmış, tanıyo musun çocuum…. kimdir kimlerdendir… ne kadar maaş alır… efendi biri midir….hırlı mıdır hırsız mıdır…. benim kızımla ciddi mi yoksa gönül mü eğlendiriyor. He çocuum? Tanıyo musun evladım. Kimdir bu Mehmet, ne kadar zamandır burda çalışıyor? Temiz biri midir? Hem sizin maaşınız ne kadar bakiim çocuum?..”


Necati’nin ağzından şaşkınlıkla “Bilmem ki acaba, mağazalarda asgari ücret veriyolar diye biliyorum ben..” diye bir cümle çıkıverdi. Kadın hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

“Nee asgari ücret miiii? Ay o kadar az mı alıyorsunuz siiiz?…” Necati araya girmeye çalışıyor ama kadının hızlı konuşmaları yüzünden bir türlü meramını anlatamıyordu. Zira kadın dur durak bilmiyor adeta nefes almadan konuşuyordu “Çocuum asgari ücretle nasıl ev geçindirilir?... Ay bizim kız da saf çıktı ayol…Yaa bak işte… Gördün mü sen.. Bak bak… Kızını böyle serbest bırakırsan ya davulcuya varırmış ya da zurnacıya işte… Bak bizimkisi de asgari ücretliye sevdalandı…. Kandırdılar bizim kızı yavrum…Bak çocuuum üzerine alınma yavrıım..ama ben o kıza söyledim…bak dedim…olmaz böyle dedim… Hem de asgari ücretmiş haaa…eyvahlar olsun… ben yıllarca çektim, üç beş çatal bıçak bir kaç tencere bir de küçük piknik tüpü vardı evlendiğimde…yıllarca kayınvalidemle yaşadım...çok çile çektim evladım…aynısını kızım da çekmesin istedim… hep dua ettim…kızım bari bu yollardan geçmesin…eli yüzü maaşı düzgün biriyle evlensin istedim…çok mu şey istedim evladım.. ama bak evladım..oldu mu bu şimdi yavrum…hem de asgari ücret haa.. naapıcaz bilmem ki..nasıl vazgeçirsek bilmem ki…”


Necati ne diyeceğini bilemiyordu, 1 dakika içerisinde kadın kendisinin tüm yaşamını anlatıvermişti. “Hamfendi ben sandığınız kiş…” diyordu ki, mağazanın giriş kapısında “Annee??” diye bir çığlık koptu. Kadının kızı olduğunu öğrendiğimiz genç kız, bir elinde kadın bluzları olan beyaz gömlekli Necati’yi ve ona iyice sokulmuş halde konuşan annesini görünce bir anda ağlamaya başladı. “Anne naaptın sen yaa? Rezil ettin beni yaa..” diyerek annesinin yanına kadar geldi.


Herkes nooluyo diye bize doğru bakıyordu, Necati ellerinde mavi tişört ve lila rengi bluz ile anne ve kızının arasında kala kalmıştı. Anne kız tartışmaya başladılar.

“Asgari ücret diyor işte bak… gördün mü?” diye Necatiyi gösterdi, “Nasıl geçineceksiniz kızım asgari ücretle?..ha nasıl?…”


Kız şaşkınlıkla Necatiye baktı, “Sen ne karışıyorsun” diye çıkıştı. “Hem kimsin sen? Yeni mi başladın bakiim burda? Mehmet’e şikayet edicem seni. Attırcam seni burdan?” diye bağırmaya başladı.


Bu arada Necati’nin kız arkadaşı beklediği şeyler gelmeyince ve gürültüyü de duyunca, kabinlerden çıkıp gelmişti. Şaşkınlıkla olan biteni izliyordu. “Bunlar ne diyor Necati? Kim bunlar?” diye sordu.


Necati adeta ağlamaklı yüzüyle “Hayatım bu kadın beni, mağaza personeli sandı” diyebildi. Tam o sırada Teyze yüzünü Necati’ye döndü “Neee? Sen personel diil misin? Tüüüh utanmaaaaz. Bir de sırlarımı anlattım sana bak. Utanmadan hepsini dinlediiiin…İnsan bi konuşur di mi? Bi söyler di mi? ben personel dilim der di mi..”


Teyze yine makineli tüfek gibi konuşmaya başlamıştı ki, meşhur Mehmet olay yerine geldi:


“Bi müsaade eder misiniz?” diye yüksek sesle olaya müdahale etti. Tam o sırada genç kızı gördü, yelkenleri suya indirdi. “Hayatım sen de mi burdasın? Hoşgeldin. Hayırdır?” diyebildi sessizce.


Meğer Mehmet mağazanın satış müdürüymüş. Maaşı da oldukça iyiymiş. Teyzeyi zor ikna ettiler. Mehmet, teyzeyi ve kızını hemen arka tarafa götürdü, çay söyledi. Teyze ve kızı arasındaki krizi de soğuttu.



Ama olan yine Necati’ye olmuştu. O günden sonra asla beyaz gömlek giymedi. Ne hastanede ne de başka bir yerde…

5 Aralık 2012 Çarşamba

Hediye

Yılbaşı yaklaşıyor.

Bazı ofis çalışanlarının en korktuğu zamanlardan biridir yılbaşı. Zira geleneksel(!) hediyeleşme zamanıdır. Herkes, tüm ofis çalışanlarının isimlerin yazılı olduğu torbaya birer birer el atar ve adeta tombala çeker gibi isim çeker. Çekilen isme münasip bir hediye alma zorunluluğu vardır. Yılbaşı partisinin verileceği gün tüm hediyeler karşılıklı verilir.


Zaten normal bir hediye almasını bilmeyen, beceremeyen benim gibiler için bir de böyle resmi hediyeleşme işi, adeta bir eziyet gibidir.


Ben bu adeti, ortaokul lise zamanından sonra ortadan kalktı sanmıştım. Henüz toy birer çocuk olduğumuz o dönemlerde bu organizasyonu nedense bayan bir öğretmenimiz yapardı. O zamanki en favori hediye; günlük idi. Herkes birbirine şehrin en güzel kırtasiyecisinden alınmış rengarenk bir günlük hediye eder, sonra tüm sınıfça o günlüğü doldurma yarışı yapılırdı. 2 full günlük bitirmiştim bu sayede. Evde hala ikisi de durur, atmaya kıyamam. Bir gün bana yazılan ‘o kalbim kadar temiz’ her bir sayfayı scanner’da tarayıp elemanların Facebook sayfalarına kopyalama gibi hain planlarım var, ama dur bakalım, henüz kafayı tam sıyırmadım. Emeklilik gelsin belki o zaman.


Günlük’ten sonraki en favori hediye de kitaptı. Eğer, bugün temel çocuk eserlerinin neredeyse hepsini okuduysam o çocuksu ve saf hediyeleşmeler sayesindedir. Zira, kitapları sadece birbirimize hediye etmezle kalmaz, okuduktan sonra da paylaşırdık.

… Ama karşılıklı hediyeleşme dediğim şey o kadardı işte. Yani resmi hediye alışverişi benim kafamda sadece oydu. Meğer bu okul geleneği bazı şirketlerde devam ediyormuş. Benim neredeyse 20 yıl önce yaptığım ve saf bir çocukluk anısı olarak hafızamda yer alan olgu, meğer muhtemelen o dönemleri yaşamak isteyen bazı menopoz teyzelerce devam ettiriliyormuş. Ya çocukluk anılarının yad edilmesi ya da şirket olarak hepimiz bir aileyiz mesajı olsa gerek. Yoksa bunun başka bir açıklamasını bulabilmiş değilim.


İşe girdiğimin 6ıncı ayı filandı. Gel hadi, dediler. Nereye, demeye kalmadan büyük toplantı odasında buldum kendimi. Herkes doluşmuştu. Personel Müdiresi Emel Hanım, elinde siyah kadife bir torba ile neşe içerisinde turluyordu, tombul elleriyle insanların hemen önünde torbayı açıyor, herkes torbadan kağıdı çekiyor ve Necla Hanım hemen gülücük saçarak torbayı kapatıyordu. Sıra bana geldi, çektim, gizlice açtım, okudum, eyvah! Genel Müdür bana çıkmıştı. Daha doğrusu Müdire Necla Hanım!


Ben hayatımda iki kez başımdan aşağı kaynar sular dökülmesi hissiyatını yaşadım, ey okuyucu. Birincisinde Peder Bey’e üniversitedeyken bir kafede ağızda sigara ile okey oynarken, üstelik kolumun altına da kız arkadaşımı atmış halde yakalandığımda, bir de bu müstesna anda. Herhangi biri değil ki bu; Müdire Hanım. Üstelik de işe yeni girmişim. Ne yapacaktım ne alacaktım hiç bilmiyordum. Zira hediye alma yeteneğim hiç yok.


Bu aşamada her erkeğin yaptığını yaptım. Bir kızın fikrini aldım. Kız arkadaşımın ilk tepkisi bir Saba Tümer kahkahası oldu. Benim için dünyanın en meşakkatli işinden birisi onun için adeta bir çocuk oyuncağı idi. Sık sık gittiği o meşhur, adı nedense benim aklımda hep MS hastalığı şeklinde kalan, İngiliz mağazasına gitmeye karar verdik. Tüm reyonları iyice gezdik ve bizimkisi bir atkı beğendi bizim müdireye. Fiyatı da makul. Güzelce sardırdım.

 
Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Bu arada hazır mağazayı gezerken hatun için de gizlice birşeyler baktım. Aklıma güzel, uzun bir siyah gecelik takıldı. Ertesi gün gittim, onu da güzelce paketledim. Fiyonkunu bu sefer kırmızı seçtim. Yılbaşı hediyesi. Oh, bu hediye defterini de kapattım.


Bu aşamada insan ‘eyvah bu saf paketleri mı karıştırdı’ diye geliyor ama kazın ayağı öyle diil. Hediye paketleri aynı olabilir ama fiyonkları farklı. Mavi fiyonk müdireye, kırmızı fiyonk ise bizim kıza.


Herşey tıkırında işliyor, oh be üzerimden büyük bir yük kalktı, ferahladım, hafifledim derken, hediyelerin verileceği gün geldi çattı. Mavi fiyonklu hediyeyi aldım işe gittim, çekmeceye koydum, hediye verilme saatini bekliyorum. Akşam üzeri 5 gibi verilecek, küçük de bir yılbaşı partisi yapılacak.


Saat 5 olunca, bizimkilerden birisi kapıdan içeri kafasını uzatıp ‘hadi gel parti başlıyor’ dedi. Güvenle çekmeceyi açtım, paketi aldım, mavi fiyonkunu tekrar kontrol ettim. Muhtemelen iki gündür dolabın dip köşesinde kazakların altında sıkıştığından biraz yana kaymış ama sorun yok ne de olsa mavi. Kırmızı değil işte. Kapıdan çıktım, partinin yapıldığı salona gittim, kendi hediyemi, üzerine Müdirenin ismini yazıp, o hediye bölümüne bıraktım. Parti başladı, muhabbetler eğlenceler ve hafiften de alkolün etkisiyle üzerimdeki stres iyice gitti. Ben muhabbetin neşesi içerisinde ve hafiften de çakırkeyf olmuş durumdayım. Trakyalıların yüz karası olarak 3üncü şarapta yine çakırkeyf olmayı başardım işte. Ama umurumda değil. Rahatlamışım, muhabbetin dibine dibine vuruyorum. Ektrafımdaki kalabalık hiç eksilmiyor. Derken hediyelerin açılma saati geldi. Sırasıyla hediyelerin üzerine yazdığımız isimler okunuyor ve ismi okunan gelip herkesin önünde hediyesini açıyor.


İşte ne olduysa tam o sırada oldu, bir titreme geldi bana:Telefon. Açtım bir mesaj. MMS. Allah Allah, ben hayatında MMS almış biri dilim. Mesajı açtım bir de ne göreyim. Bizim hatun, benim elbise dolabının önünde, yüzünde muzip bir gülümseme ile ekrana yaklaşıyor, elindeki iki hediye paketinin fiyonklarını değiştiriyor!!.. Aynı anda da ninni söyler gibi ekrana doğru mırıldanıyor, ondan nasıl olur da saklarmışım, dolabı temizlerken bi bakmış aaa bunlar da neymiş, onun hediyesi dip bucakta mı saklanırmış, hediyeler böyle değişirmiş, madem ona hediye almışım niye vermiyormuşum da bekliyor muşum.… hem fiyonkları değiştiriyor hem de arada ekrana bakıp, öyle olmaz böyle olur bakışı fırlatıyor.

Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Etti mi sana 3. Böyle eşek şakası mı olur yahu. Kımıldayamaz haldeyim. Ben olayın şokunu üzerimden atamadan, mekanda bir ses yankılandı :  “Necla Hanım”. Eyvah benim hediyem!..


Hızla kalabalığın arasından sıyrılıyorum. Kalabalık metrobüste, durakta inmesi gereken ama en arkada kalmış insan gibiyim; pardonlar afedersinler havada uçuşuyor. O’ndan önce olay yerine ulaşma niyetim var ama olmuyor. Tam ben hediyeye uzanacakken Personel Müdiresi Emel Hanım paketi yerinden alıp Genel Müdüre uzatıyor. Elim havada kalıyorum. İşte şimdi yan yanayız. Aferin oğlum sana. Bari hazır en arkadayken gizlice kaçıp, sıvışsaydın ya. Şimdi bir de en merkezi konuma geçtin iyi mi. Herkes resmi gülümsemesini suratlarına yerleştirmiş, ikimize bakıyor ve Müdürün elinde gecelik paketi var.


Gözlerim kararıyo gibi oluyor. Ellerini önünde birleştirmiş onlarca gülümseyen insan karşısında karşısında hafiften sendelerken, gözüm açılan pakete kayıyor…. Atkı. Evet evet atkı. Oh beeee. Gecelik diil. Rahatlıyorum. Necla Hanım kibarca teşekkür edip elimi sıkmak için bana uzatıyor. Ben ona sarılıyorum. Şaşırıyor herkes. O andan itibaren partinin en neşelisi ben oluyorum.

Akşam eve geldiğimde ise hatuna çok somurttum. Meğer o da kendi hediyesinin içeriğini bilmiyormuş. İki hediyenin de benzer boyutta olduğunu görünce ve hediye almayı bi türlü beceremeyen beni bildiği tanıdığı için, bir de üstüne üstlük atkıyı da kendisi beğendiği için, gene gidip aynısından kendisine de farklı bir renkte atkı aldığımı sanmış. Zira geçmişte, hediye alamama yeteneksizliğimden dolayı anneme ve kız kardeşime aynı hediyeyi farklı renklerde almışlığım vardır. Yine de kıyamayıp asıl hediyeleri değiştirmemiş... ama olan bana olmuştu.


Bir daha da yılbaşı hediyesi alma işine hiç dahil olmadım. Iyi böyle.

Rahat.

Dökülen kaynar su filan yok en azından. Güvenli.

2 Aralık 2012 Pazar

Bisküvi

Tren yolculuklarını severim. Acelem olmadığı vakitlerde, eğer gideceğim yere trenle gitme imkanı varsa muhakkak treni seçerim. Bana, anlamlandıramadığım bir nostalji duygusu verir. Belki de yıllarca dinlediğimiz o nostaljik hikayelerden, öykülerden, türkülerden, izlediğimiz filmlerden... Demir tekerleklerin rayların birleşme noktalarındaki o minik boşluklara her vuruşu bir metronom ninnisi gibi gelir bana. Trenin geniş koltuklarına kendimi iyice gömerim, film şeridi gibi akan muhteşem manzaralara kendimi verir, adeta duygusal bir film sahnesini yaşarım. Acayip bir havam olur. Yolculuk öncesinde ise, alırım gazetemi, gardaki bekleme salonuna geçer, aldığım çay ve o çok sevdiğim fındıklı bisküvimle birlikte masaya koyarım ve hülyalı bakışlarla ince belli çay bardağıma fındıklı bisküvimi bandırarak yer ve gazetemi okurum. Çocuksudur ama sevdiğim ritüeldir.

Yine böyle bir tren yolculuğu öncesinde, biletimi aldım, valizim ve elimde gazetemle tren garının bekleme salonuna girdim. Salondaki duvara bitişik haldeki tek boş olan masaya geçtim, bisküvimi ve gazetemi masaya koyduktan sonra, büfeye gidip ince belli bardakta tavşan kanı çayımı aldım. Geri geldiğimde masanın öbür yanına, dergisini okuyan oldukça tatlı bir kızın oturmuş olduğunu gördüm. Ne yalan söyliyeyim, neşem yerine geldi. Belediye otobüslerinde iki kişilik koltuklarda giderken, ve onca boş koltuk varken ilk durakta yanına çok güzel bir kız gelir oturur ya, işte aynen öyle oldu. Gururum okşandı. Yüzümdeki tebessümü gizleyip, sandalyeme oturdum, sağ elimle çayımı karıştırmaya başladım. İkimiz de sırtımızı duvar tarafına vermiştik.
O sırada elindeki dergiyi okuyan o güzel kız, bir gözü dergide olduğu halde, eliyle masanın üzerinde bulunan bisküvime uzandı, bir tane aldı.
Oldukça şaşırmıştım. Kıza manalı bir bakış attım. Kız oralı bile olmadı. Dergisine gömülmüştü. Nasıl olurdu? İzinsiz bisküvimden almıştı işte. Muhtemelen dergide, ‘10 adımda bir erkeği nasıl kendinizden uzaklaştırırsınız’ başlığını okuyordu ve ben deney konusuydum.

Az önce tavan yapan gururum incinmişti; meğer kız hödük çıkmıştı. Medeni bir insan gibi istese zaten ikram ederdim. Ama o direkt olarak bisküvime dalmıştı. Bu kabul edilemezdi. Birşeyler söylemeliydim. Ama ağzımdan tek kelime bile çıkmıyordu. Yok yok, birşey yapmalıydım. Hemen aklıma ilk gelen hareketi yaptım; elimle sert biçimde bisküvi paketine uzandım, hışırdatarak sertçe bir tane çıkardım, ona gösterecek şekilde çay bardağına bandırdım ve hızlıca ağzıma götürdüm.

 
Dergiye gömülmüş olan kız, şaşkın bakışlarla bana bakmaya başladı. Birkaç saniye yüzüme meraklı meraklı baktı. Şaşırmıştı. Bana baktığı halde, yavaşça eliyle bir bisküvi aldı ve yüzüme bakarak usulca yemeye başladı. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi geçmiş, ‘öyle olmaz böyle olur’ tarzı gelmişti. Hem sakince çiğniyor hem o yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
‘Bu ne cüret’ diye geçirdim içimden. Uzandım. İki bisküvi birden aldım. Birini komple ağzıma attım, diğerini yine çayıma bandırıp yemeye başladım.
Kız gülümsemeye başlamıştı. Dergiyi kucağına koydu. Vücuduyla birlikte komple bana doğru döndü. Sağ dirseğini masaya koydu ve avuç içi yanağını kaplayacak şekilde elini yüzüne dayadı. Diğer eliyle kibarca bir bisküvi aldı, oldukça tatlı bir şekilde ısırdı. Yerken bir gözüyle bana, diğer gözüyle de bisküvi paketini işaret edip ‘sıra sende, hadi yarışalım’ tarzında bakıyordu.
İş inada binmişti. Üstüne üstlük bir de dalga geçiyordu benimle. Yüzüme kırmızılık gelmişti hissediyordum, kızgınlığım çok artmıştı çünkü. Bu sefer 3 tane bisküvi aldım. Hepsini birden ağzıma attım, ama o kadar çok büyük lokma olunca ve hızla çiğneyince, kırıntılar genzime kaçtı, bir öksürük tuttu.
Kız kıkırdadı. Belli ki çok eğleniyordu. Ben sinirden patlamak üzereydim ama o çok eğleniyordu. Nihayet dayanamadım ve o tek cümleyi sarfedebildim
“Hamfendi lütfen”
Kız hiç takmıyordu, bir tane bisküvi daha aldı ve bana gülümseyen suratla baktı.
Artık sırayla bisküvi paketine saldırıyorduk. Bir o bir ben. İkimizin de ağzı dolmuştu ama yarışır halde bisküvi yiyorduk. O gülüyor, ben ise sinirden kızarıyordum.
Derken bisküviler bitti. Kız, son bisküviyi benden önce davranıp, hızla almış, iki parmağıyla havada tutup bana göstermiş ve zarif biçimde komple ağzına atmıştı.
Tam o sırada anons yapıldı.
‘Değerli yolcularımız, İstanbul treni kalkmak üzeredir. Lütfen yerlerinizi alınız”
Telaşla elim valizime gitti. Sandalyenin hemen dibinde duruyordu. Ayağa kalktım, sandalyemin arkasına dayamış olduğum montu aldım. Alelacele giydim. Çayımın son yudumunu hızlıca içtim. Bardağı masaya sertçe koydum. Yana eğildim, valizimi aldım. Boşta kalan elime masanın üzerinde bulunan ve sinirden hiç okuyamadığım gazetemi aldım.
… ve o şok edici gerçekle karşılaştım.
Bisküvim, orada, hiç açılmamış halde, sinirden okuyamadığım gazetemin altında, bana bakıyordu.
 
Dipnot: bu bir cover hikaye denemesidir

26 Kasım 2012 Pazartesi

Dizi Ayarı

- Efendim, bugünkü ayar alabileceğimiz dizi listesini sordu kanal sahipleri?
- Hmmm bakalııım. Behzat Ç olabilir.
- Hay hay efendim, nasıl diyelim.
- Şöyle diyelim, bir bölüm var ki tam 75 dakika yerinden bile kalkmadan rakı içti adam diyelim. Kesin görülmüştür bu. Hem bölümün maliyeti de sıfır. Alkol dolu bardaklar havalarda uçuşuyor. Küfür zaten biri bin para. Bizim ecdadımızı böyle şeylere özendiriyorlar lafı gelebilir yani. Biz şimdiden ayağımızı denk alalım. Ayarı önceden biz verelim.
- Tabii efendim, söylüyoruz efendim. Sıradaki dizi hangisi olsun
- Yalan dünya olsun, ne o öyle, yalan söyleyerek ev kiralıyorlar. Senaristine söyleyin. Hem de kadınlı erkekli kalıyorlar. Yok yok kızlı erkekli. Bak şimdi, kız mıdır kadın mıdır bilemedim ben de. Hem
şey de var.
- Ne var efendim
- Damat var. Hani bir de damatları var ya, o işte. Hem evli hem de gidiyor başka kadınların peşinden koşuyor. Olmaz, ecdadımız yanlış tanıtılıyor, denebilir. Bunları Ortadoğu ve Balkanlarda milyonlar izliyor. Olmaz öyle.
- Tabii efendim
- Şu şey dizisini de ekleyelim.
- Hangisi efendim
- Emir’in Yolu. Söyleyelim senariste, Onun yolu yol değil. Kaç kız oldu ben sayamadım valla. Her hafta biri geliyor biri gidiyor. Bu nedir böyle yahu. Edep yahu.
- Ta..Tabi efendim. Söylüyoruz efendim.
- Şey yapsınlar onu, şöyle yapsınlar. Söyleyin senariste, Muhteşem Yüzyıl’da Hürrem ölsün, Mahidevran intihar etsin, Firuze midir nedir, o dövmeli hatunu da assınlar. Süleyman’ın Yolu yapsınlar dizini adını, at üstünde geçsin o dizi. Savaştan savaşa koşsun. Preveze Savaş’ını o yönetsin. Deniz üstünde ata binsin. Ecadadımız böyleydi, sinirden atını denize sürerdi. Onları göstersinler. Hem alın o adamı. Şey yahu. Yaprak Dökümündeki adamı. Ali Rıza Efendiyi.
- Ne yapalım efendim.
- Muhteşem Yüzyıla baş vezir yapsınlar. Iyi olur. Yakışır oraya. Padişahın dizinin dibinde dursun, onu halvete neyin sokmasın.
- Ol..Olur efendim. Hem zaten bu konuda yalnız değiliz efendim.
- Nasıl yani
- İngiltere Başbakanı da Tudors’a Savaş açmış efendim. Olmaz öyle, demiş. 8inci Henri öyle biri diildi, demiş. Bizim gibi oranın RTÜKü de hemen devreye girmiş efendim
- Olurlar tabii. Biz de ecdadımıza sahip çıkacak işler yapmalıyız. Bu arada şey başladı mı?
- Ne başladı mı efendim?
- Şey canım şey. Huzur Sokağı. Aç da izleyelim
- Tabi müdürüm, buyrun müdürüm.

22 Kasım 2012 Perşembe

Facebook

Facebook'u seviyorum. Bana göre, insanların bir nevi sosyal hayat si-vi'si...

İnsanlar nasıl iş CV'lerinde kariyerlerini, olabilecek en renkli şekilde sunuyorlarsa Facebook'ta da renkli hayatlarını tüm dünyaya sergilemeyi seviyorlar.

Bu sayede tüm arkadaşlarımın kaç çift ayakkabısı olduğunu ve ayakkabılarının tüm renklerini biliyorum. Neredeyse yediği içtiği herşeyi biliyorum. O akşam gelen misafirlerini biliyorum. Normalde hayatta asla göremeyeceğim yerlerindeki dövmelerini tüm dünya ile birlikte aynı anda görebiliyorum. Banyolarının tüm mimari dokusunu görebiliyorum...

Çok şükür ki, şu ana kadar hiç bir arkadaşımı çetikle, peynirli tarhana çorbası resmi ile göremedim. Öyle de kaliteli arkadaşlarımın olması bende duygu sağanağı yaratıyor. Yine de tatile giden bazı arkadaşlarımın çekildikleri o meşhur deniz/plaj manzaralı ayak resimleri yüzünden ayaklarında mantar hastalıklarının detaylarını görebilmek insana hüzün vermiyor değil... Hemen arıyorum, o sırada kaldıkları ve muhakkak fotoğrafta da etiketledikleri o meşhur 5 yıldızlı hoteldeki doktora yönlendiriyorum.

Bazı arkadaşlarımın yemek yapmamayı hiç bilmemesi ise çok canımı sıkıyor. Zira ne zaman görsem, bir restorana çek-in yapmış, 2 dk sonra da yediği yemeğin resmini çekmiş, bizimle paylaşmış. Profiline giriyorum, sürekli bir çek-in, sürekli bir yemek resmi. Üzülüyorum onun adında. İnşallah yemek yapmayı öğrenecekleri günler de gelecek.

Çek-in demişken, gezmeyi çok seven arkadaşlarımı görmek de güzel oluyor. Gezmeyi o kadar çok seviyorlar ki, aynı mekanda 10 dakika bile duramıyorlar. Geçenlerde bir tanesinin saat 18:10’da Arnavutköy balıkçısında çek-in yaptıktan sonra, saat 18:35’te ise Çengelköy Çınaraltı Çay Bahçesinde çek-in’lediğini görünce acayip şaşırdım. 25 dk içinde, kıtalararası yolculuk rekoru kırmış haberi yok.
 
İnsanların ‘İlişki Durum’larını görmek de çok enteresan geliyor. Single yazan durumun ‘sipsingle’ yazan mı dersin, bir anda ‘boşanmış’ olarak değiştiren mi dersin, ‘sadece arkadaşız :)’ şeklinde dolduran mı dersin, ‘demir attı yalnızlığa :xd’ yazan mı dersin. Bir kızın 'ilişki durumu yok' diye yazmasını ise 3 saatte tam 148 kişi beğenmiş. Artık anlayamadım orasını. Kızın adına üzülmüştüm oysa ben.
 
Yalnız Facebook’la ilgili takıldığım bir nokta var. Nasıl kariyer için yapılan CV'lerdeki 'İş Deneyimi' kısmını yazmak zorunlu ise sanırım burda da 'Kahve Keyfi' gibi bir başlık yapmak zorunlu hale gelmiş durumda. Zira ne zaman Facebook'u açsam illa ki böyle bir başlığa denk geliyorum. Bir de sanırım bu Kahve Keyfi bölümün altına “tuğçeciim, çok güzel çıkmışsın cnm” gibi birşey yazmak da zorunlu. Fotoğrafta görünen içilmiş ve içi telve dolu kahve resmi olsa bile, bir tanesinde gördüm bunu. Kahve bardaklarının arasında hızlıca dolaştım ama yine de tuğçe’yi bulamadım. Belki de bardağın adı ‘tuğçe’dir.
 
Bir de bu tip ‘... keyfi’ resimlerinin altına, “ay bensiz keyif haa :(“ gibi şeyler de yazmak zorunlu olsa gerek... 1inci Kişi denen asıl profil sahibinin, içilmiş kahvelerden oluşan bir fotoğraf yüklemesiyle başlıyor herşey. Sonra nerdeyse her arkadaş profilinde görebileceğiniz, Facebook'ta her daim tetikte bekleyen eküri kişilerinin başlattığı o meşhur diyalog, üç aşağı beş yukarı, aynı şekilde gerçekleşiyor:
 
 
Tuğçe - ama benim kahvem henüz açılmamıştı amaaa (meali: orda olan ve kahve keyfi yapan bir diğer kişi,  neden kendi kahvesi açılmadan paylaşıldığını sormak istiyor)
Eküri - hain dom domlar sizi :( bensiz kahve keyfi ha? (aha fitil ateşlendi)
1.Kişi -  merak etme canım bizde kahve bitmez :) bi gün gel sana da yapiiim ;) (şahane pası aldım, golü gayet güzel çaktım ve o meşhur diyalogun kapısını ardına kadar açtım)
Eküri - ooo, artık iş işten geçti, hem benim kadar güzel kahve falı bakan çıktı mı bakiim (ben bu işte ustayım, sosyal ortamların vazgeçilmeziyim mesajı)
1.Kişi - gün gelir sen de memleketine döner ellerinle bize kahveyi yaparsın hahahaa (neyine gülüyorsam artık)
Eküri - olsun şu  MBA'yi bitirip havaalanına geldiğim gün beni karşılarsan içerim o kahvenden güzel bi falına da bakarım hahah (yurtdışında MBA yapıldığı da cümle aleme duyuruldu, hem de acayip yazıldı, süper iş)
1.Kişi - yok daha neler, benim arabam bile yok ki ama :))
Eküri - vardır vardır, ama herkesten gizliosun
1.Kişi - hahaha evet cnm, üstü açık bmw var bende, her gün bebekte üç beş tur atıyoruz kızlarla :d
Eküri - yemeyiz arabanı be nolur gelip alsan, ben olsam hiç düşünmem hem karşılar hem de birkaç gün anahtarını bile veririm ama yok işte xd (karşılama komitesi de hazırlandı, oh süper)

1.Kişi - tabi cnm gördük geçen yaz sahilde güneşlenirken bi sigara istedim onu bile vermedin :) (dur biraz daha şımarayım)
Eküri - yalancıya baaak piiis yazıklar olsun sana hahahah (dur dur, oldu bu iş galiba)
Tuğçe - canım, bu arada konuştuğumuz yarın ki mevzuu yattı, ben yalnız gidiyorum
1.Kişi - sorun diil beybi, ben plan yaptım zaten, ne işim var yıldönümü kutlayan iki sevgili arasında di mi ama hahah (özgür kız imajını da verdik)
Eküri - ooo tuğçecim sevgili yapmışsın ( bi biz kaldık yaaa :(  )
1.Kişi - yaptı tabi yakında düğünümüz var abisi hahaa
Tuğçe - ay cnm inşallaaah diyelim :))))))))))
Eküri - bi sen bi de ben kaldık bekar farknda misin
1.Kişi - merak etme, yeminimizi biliyorum. 35e geldiğimizde ve hala bekarsak ama xd (cepte dursun işte, ne güzel)
Eküri- xd , tamm (yaşasın, unutmamış)
Tuğçe - ay sizin öyle yemininiz mi var, birbirinize yakışırsınız da siiiz <3.
1.Kişi - :D (yakışırız di mi, ay bilmem ki)
 
 
...ve ben bu komik ötesi esprilere acayip gülüyorum.
 
 
Güzel bir yer Facebook.
 
 
Arkadaşlarını tanıyorsun.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Türkiye'min Gündemle İmtihanı

1. Geçtiğimiz günlerde Taksim meydanında, gece, emekli bir vatandaş, para isteyen gençlerin saldırısına uğradı. İnsanların ve mendil satıcılarının bir köşede izlediği saldırıdan bu vatandaşı kim kurtarmıştır?
     A. Bir köpek
     B. Motosikletli Yunuslar
     C. Civarda devriye gezen polis
     D. Duyarlı 3 genç



2. Film çekimi için İstanbul'da bulunan ve gizlice Beşiktaş maçına gidip tribünlerden Beşiktaş atkısıyla Beşiktaş-Bursa maçını izleyen Orta Dünya'nın ünlüsü kimdir?
     A. Frodo Baggins
     B. Aragorn
     C. Arwen
     D. Gollum



3. Süt yoğurt gibi çeşitli gıda tüketim alışkanlıkları dünya ortalamasının altında kalmasına rağmen, canım ülkemde hangi maddenin dünya ortalamasından tam 3 kat daha fazla tüketildiği ortaya çıkmıştır?
     A. Sosyal medya sayesinde, nutella
     B. Diziler sayesinde, televizyon izleme süresi
     C. Hızlı yaşanan ayrılıklar sayesinde, eski sevgili
     D. Temizlik hastası anneler sayesinde, çamaşır suyu



4. Uluslararası Otomobil Federasyonu‘nun (FIA) Genel Kurulu ve sezon sonu ödül töreni 3-7 Aralık’ta İstanbul’da yapılacaktır. 227 ulusal otomobil federasyonu temsilcilerinin yanı sıra F1 pilotlarının da yer alacağı, kurul çalışmalarından geri kalan zamanlarda ise katılımcılara ne yapılması planlanmaktadır?
     A. İstanbul Park'ta nostalji turu ve gazozuna kısa bir yarış
     B. Sultanahmet Camii ve Ayasofya gezisi
     C. Tüm dünyanın izleyeceği, FSM Köprüsünde F1 arabalarıyla genel bir geçit töreni
     D. Kayseri mantısı yapma ve dansözlerle dans etme etkinlikleri



5. Sosyal Medyanın reel hayatımıza her geçen gün daha fazla girmesinin son örneği hangisi olmuştur?
     A. Kanadalı bir genç Avustralyalı sevgilisine Facebook üzerinden evlenme teklif etmiştir
     B. İsrail, Twitter üzerinden savaş ilan etmiştir
     C. Facebook ve Twitter üzerinden örgütlenen halk Mısır'da yönetimi değiştirmiştir.
     D. Instagram, ABD seçimleri sonuçlarını, üyeleri seçimde verdikleri oy pusulalarının resimlerini çekip sitesine yüklediği için, sandıklar açılmadan önce bilmiştir



6. 'İçeriği tamamen kendilerinin' olan necip Türk gazetelerimizden birisi THY ile Barcelona arasında sponsorluk anlaşmasının bittiğini internet sitesinden okuyucularına hangi manşeti atarak duyurmuştur?
     A. Barcelona ve THY amblemleri resminin üzerine, "THY ile Barcelona ipleri kopardı" manşeti ile
     B. Messi'nin hüzünlü bir resminin üzerine, "Messi süresiz kadro dışı" manşeti ile
     C. İspanya haritasında Barcelona işaretlenmiş bir resmin üzerine, "Artık buraya vize yok" manşeti ile
     D. Camp Nou stadının boş resmi üzerine, "Uçuşlar iptal" manşeti ile

 
7. Van'da bir partinin düzenlediği miting sırasında ön saftaki çocuklar ve gençler polis aracına taş attılar. Geri geri giden polis aracı bir anda yola saplanınca, bu çocuklar ne yapmıştır?
     A. Polis aracının yanına kadar gidip aracı devirmişlerdir
     B. Polis aracına taş atmaya devam etmişerdir
     C. Polis aracına yardıma koşup, aracın saplandığı yerden çıkmasına yardımcı olmuşlardır
     D. Polis aracına molotof kokteyli atmışlardır

8. Canım ülkemde hızla gelişen demokrasi anlayışının bir sonucu olarak Türk Polisi artık diğer ülke polislerine eğitim vermeye başlamıştır. Peki polisimiz hangi ülke polisine, ne eğitimi vermiştir?
     A. Fransa Polisine, göstericileri olaysız bir şekilde püskürtme eğitimi
     B. Belçika Polisine, PKK güdümlü TV yayıncılarını tespit etme eğitimi
     C. Tunus Polisine, biber gazı kullanma eğitimi
     D. ABD Polisine, yakalanan kişiye haklarını okuma eğitimi.

9. Geçtiğimiz haftasonu Afyon'da oynanan Sandıklıspor - İstanbulspor maçını kaç deplasman taraftarı izlemiş, İstanbul'dan kalkıp Sandıklıya gelen bu coşkulu taraftar kitlesini kaç polis, deplasman tribününe çıkıp, korumuştur?
     A. 150 taraftar - 300 polis
     B. 1000 taraftar - 2 polis
     C. 500 taraftar - 1 polis
     D. 1 taraftar - 3 polis


10uncu soru : Dünya gündeminden geliyor
2006 Asya Oyunları'nda 'kadınlar' 4x400 metre bayrak takımıyla altın madalya kazanan Pinki Pramanik'in aslında 'erkek' olduğu  nasıl tespit edildi
     A. Yarış bittikten hemen sonra tuvalet ihtiyacını gidermek için erkekler tuvaletindeki pisuvarlara yönelmesi nedeniyle
     B. Oda arkadaşına olan kız atlete tecavüz girişimi nedeniyle

    
     C. Her ay, hiçbir şekilde kız arkadaşlarına 'pediniz var mı, acil lazım' diye sormaması nedeniyle
     D. Hiçbir arkadaşına 'mesglsn snrm, nyse ben yatyrm ii eglnclr sana' SMSi atmaması nedeniyle



1.A 2.B 3.D 4.D 5.Hepsi 6.B 7.C 8.C 9.D 10.B

12 Kasım 2012 Pazartesi

Diş çekimi

Ben küçükken televizyonda filmlerde izlediğim tüm erkeklerin dişçi olduğunu ve sadece kızların dişlerini çekebileceğini düşünürdüm. Çünkü ne zaman televizyonda, film izlerken, dudaktan ve ateşli bir öpüşme sahnesi görsem, annem hemen bana açıklama yapma gereği hisseder, 'Oğlum, adam kadının dişini çekiyor' derdi.

O kadar ki, bir gün sokakta oynarken öndeki süt dişlerinden birinin sallandığını gördüğüm bir kız arkadaşa 'ben dişçi olucam' diye ağzına yapışıp, var gücümle dişini emmeye çalışmıştım. Bizi bu halde gören kızın annesinin uzaktan çığlık çığlığa bize doğru koştuğunu ve benim korkudan kaçtığımı sanırım söylememe gerek yok.

Küçüklüğümüzde televizyonlarda çıkan en erotik sahne bu tipteki öpüşme sahneleriydi. Yıllar geçti, televizyonlar özelleşti. Devlet televizyonun her türlü makasçı zihniyetinden bıkmış halka hitaben yayın hayatına başlayan o ilk televizyon kanalı, 'özgür televizyon kanalı' sloganına yeni yeni başlamıştı. O kadar özgürlerdi ki, o vakitlerde yayınladıkları futbol maçlarından birinde sert bir pozisyon olmuş, kaleci atılmış, acar (ve özgür) muhabir hızla saha kenarına koşup atılan kaleciye mikrofonu uzatıp 'nooldu' diye sorduğunda 'hakem bana küfür etti abi yaa, ananı s.kerim dedi' cevabını almıştı. Televizyonları başındaki milyonlarca insan, bunu duymuştuk, özgürlüğümüz biraz daha artmıştı... Bugün kapalı alanlarda bile içilmesi yasak olan sigara o zaman stüdyolarda tartışma programlarındaki katılımcılar tarafından ekranın karşısında yakılıyor, yine bugün bazı kanallarda çiçeklenen bazılarında ise mozaiklenen sigaralar o zamanlarda karşılıklı olarak ekranlara doğru üfleniyordu. Özgürlükler ülkesiydik...


Televizyon izleme kültüründe ani ve çok hızlı bir değişimin yaşandığı o senelerde, ne enteresandır ki her sinema filminde en az bir erotik sahne muhakkak oluyordu. Hatta özgür kanallar, yeni yayın dönemlerini tanıttıkları fragmanlarda yayınlanacak yeni filmlerden daima en erotik bölümleri seçerek gösteriyorlardı. Ne zaman bu fragmanları görsem, annem kumandaya hızlıca sarılıp kanal değiştirir, alternatif olarak hızla TRT-GAP kanalına geçerdik. Tarım ve hayvancılıkla ilgili çok güzel bilgiler edindiğim dönemdi o dönem. Hayatımıza, belediyelerin kurduğu çanaklar ve ordan tüm şehre yayılan RTL gibi kanallar henüz girmemişti. Sabah Gazetesinin tam tamına 'bir kocaman sayfa' yayınladığı televizyon köşesine, bangır bangır bugün Fatma Girik'in büyük bir leğende yıkanırken arkadan sansürsüz görüntüsü olacak diye manşet attığı dönemlerdi.

Erotizm konusunda asıl büyük dumuru ise, üst kattan Hayriye Teyze'lerin bize geldiği zaman yaşamıştım. Zira apartmandaki tek renkli televizyon ve uydu alıcı bizde vardı. O akşam da Hayriye Teyzenin deyimiyle oldukça güzel bir film yayınlanacaktı. Cümbür cemaat bize geldiler. Hayriye Teyze, kocası Hilmi Amca, küçük kızları ve onun hınzır abisi... Korkardım abisinden, 'kardeşime yan bakmıcaksınız lan' diye ortalarda dolanırdı. Yan nasıl bakılır bilmezdim, bazen aynanın karşısına geçip kafamı yana döndürüp, aynaya yan yan bakmaya ve gözlerimi çekik çekik yapmaya çalışırdım...

Eve misafir geldiğinde, benim o çok sevdiğim çay-kek-börek-kısır'dan oluşan muhteşem ev kokusu evin dört bir yanını sarmıştı bile. Muhabbetlerin ve kahkahaların yanında ikramlar da başlayınca, evin çocukları olarak salonun tam ortasındaki büyük sehpaya yüzümüz tam da televizyona bakacak şekilde yerde oturarak sıralandık, paşa çaylarımızın yanında bizim için sehpaya konulan keklere böreklere saldırdık. Bir yandan da filmi izlemeye başladık. Filmden hiçbir şey anlamıyor ama ortamın verdiği keyfiyetle ağzım kulaklarımda izliyordum...

Derken bir hareketlenme oldu; babamın o meşhur boğaz temizleme sesi. İlk önce anlam veremedim, çünkü televizyonda yine diş çekimi yapılıyordu. 'Kumandayı ver bakiim hanım' diye bir seslenme geldi babamdan. Annem divanın sağına soluna, yastıkların arkasına bakıyordu telaşla.

İşte tam o anda, televizyonda gördüm. Hayatımda ilk kez. Erkek adam hem kızın dişini çekiyor hem de kızın elbiselerini çıkarıyordu. Gözlerimi ekrana diktim. 

Rahatsız kıpırdanmalar bir anda velveleye dönüştü. Hayriye Teyze, yüzü şaşkın bir halde iken, 'ben çayları tazeleyeyim' diye yerinden fırladı, bizim önümüzdeki henüz yarısını bile içmediğimiz çay bardaklarını hızla toplamaya başladı, mutfağa koştu. Babam sesini biraz daha yükseltti; 'bulsana şu kumandayı hanım'. Sansürsüz televizyon herşeyi olduğu gibi yayınlıyordu, ekrandaki kız yarıçıplak kalmıştı bile. Hilmi Amca da bir yandan şaşkın bir halde anne ve babamın kumanda arama mücadelesini izlerken diğer yandan hem televizyona hem de bize tedirgin bakışlar atıyordu. Kumandanın hala bulunamadığını görünce hızla televizyona koştu, iki elini açtı, televizyona yapıştırdı. Elleriyle 67 ekran televizyonu kapamaya çalışıyordu. Baktı olmuyor, ağaya kalktı, sırtını televizyona döndü. Şimdi tüm vücudu televizyon dolabını kaplamıştı işte.

Kumanda nihayet bulunmuştu ama annem basıyor basıyor, yine de kumanda çalışmıyordu. Annem kumandayı öbür eline vurdu, yine de çalışmadı. Babam hızla annemden kumandayı kaptı. O da eline vurdu. Yok! Kumanda çalışmıyordu. Belki de çalışıyordu ama Hilmi Amca sayesinde televizyonu göremiyordu. Babam bir taraftan kumandayı eline vuruyor bir taraftan da 'çalışsana ulan' diye sinirli sinirli söyleniyordu. Televizyondan 'ah!, oh!..' sesleri yükselirken, Hilmi Amca'nın hınzır oğlu 'ben naaptıklarını biliyorum kiii...' diye gevrek gevrek gülmeye başlamıştı. Babam kumandayı çek-yatın tahta köşesine sertçe vurdu, kumanda kırıldı.

Bu sırada kapıda beliren Hayriye Teyze salondaki canhıraş mücadeleyi görüp, elinde bardaklarla dolu tepsi olduğu halde aynen geriye, mutfağa döndü. Kumandayı kıran babam hızla televizyon dolabının arkasına yöneldi. Eğildi. Fişi çekti...Ekran karardı... Ortam bir anda buz gibi sessizleşmişti.

"Ama şimdi TRT-GAP'ı açmıcak mıyız anne?" diye sorduğumu hatırlıyorum.

O ana kadar gergin olan ve yüzleri kırmızıya yakın bir hal alan babam ve Hilmi Amca, ortamdaki gergin sessizliği bozan bu cümleyi duyduklarında bir anda kahkahaya boğuldular. Annem 'ben çaylara yardım edeyim' diye mutfağa gitti.

*

O gün bugündür o filmi merak ederim. Youtube'ta izlemediğim film yoktur ama tuhaf biçimde aklıma kazınmış olan sahneyi barındıran filmi hala bulamadım. Azimliyim tüm filmleri izliicem.

Enteresandır, Hayriye Teyzeler bir daha bize hiç film izlemeye gelmediler.

6 Kasım 2012 Salı

Test

Canım Türkiyemden insan manzaraları testine hoş geldiniz. İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Doğru cevapları bilene DEERin Adam Iphone6S vercekmiş, öyle diyolla.

1. Balıkesir’de düzenlenen "Meme Kanseri'nde yeni yaklaşımlar" isimli panele konuşmacı olarak katilan Opr.Dr. Ceyhun İrgil’in hangi cümlesi gündeme damga vurmuştur:
     A. Meme Kanserini önlemek için kadınlar 30'undan sonra her sene mamografi yaptırmalıdır.

     B. Memenin üzerinden deriyi kaldırırsanız, elde kalan bir avuç kuyruk yağıdır. Memenin emzirmekten başka bir işlevi yoktur, olsaydı zaten erkekte de olurdu. 
     C. Hamilelik ve çocuk doğurmak Meme Kanseri riskini azaltsa da, ne yazık ki tamamen kaldırmaz.
     D. Sigara Meme Kanserinin önemli tetikleyicilerindendir.

2. Isparta Valisi Kurban Bayramı için, tüm çalışanlara değil ama bir dostuna gönderdiğini iddia ettiği tebrik mesajında ne demiştir:
     A. Bayramınız kutlar hayırlara vesile olmasını dilerim
     B. Kurban Bayramınızı ve Cumhuriyet Bayramınızı tebrik eder, iki bayramı bir arada yaşattığı için Allah'a şükranlarımı sunarım
     C. Isparta halkının çifte bayramını kutlarım.
     D. Kurban Bayramınızı tebrik eder, itaat, sadakat, teslimiyet, korku ile gelen sonsuz mutluluklara vesile olmasını dilerim.

3. Türkiye’de yapılması planlanan nükleer santralların ‘beyinleri’ olmak üzere Rusya’da bu alanda eğitim görmeye giden Türk gençleri için Büyükeceli Beldesi Belediye Başkanı kendilerine yönelik hangi ithamda bulunmuştur:
     A. Ülkemizi nükleer çöplüğe çevirecekler
     B. Orda alkol ve fuhuş batağına düşecekler
     C. Rusya'dan bize eski teknolojileri getirecekler
     D. Temiz ve yenilenebilir enerji varken nükleer enerjiye yatırım yapan bu gençler ulusumuza kötü örnek oluyorlar

4. Aydın'ın İncirliova ilçesine bir grup yaşlı erkek, ilçeye gelen milletvekilinden ne istediler:
     A. Camimize namaz kılabilecek uygun sandalyeler koyun ki sakatlarımız ve çok yaşlı olanlarımız rahatça namaz kılabilsin
     B. İlçeye tahsis edilen doktor sayısının artırın ki çok sıra beklemeyelim
     C. İlçedeki dul kadınlara verilen maaşları iptal edin ki böylece maaşsız kalan dullar bizimle evlenebilsin
     D. İlçemize ihtiyarların bir araya gelebileceği bir kültür ve cazibe merkezi yapılsın.

5. İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyünde bu sene tüm oteller Noel için şimdiden dolmuş durumda, bunun sebebi ne olabilir:
     A. İlçede gömü bulundu tüm defineciler ilçeye akın etti
     B. Noel'de dünyadaki en büyük dini kutlama Şirince'de olacak
     C. Hz.İsa'nın Noel'de Şirince'de tekrar ortaya çıkacağına inanılıyor
     D. Maya takvimine göre kıyamet 21 Aralık 2012'de kopacak ve dünyada bu kıyametten kurtulacak olan iki bölgeden biri de Şirince ilçesi.

6. Harran Üniversitesi'ne girmek isteyen 3 genç bunun için ne yaptı:
     A. ÖSS sınavında kopya çektiler
     B. ÖSS sınavına başka birilerini soktular
     C. Suriyeli mültecilerin “özel öğrenci” statüsünde üniversitelere kayıt olmasına olanak tanımasının ardından Harran Üniversitesi’ne 'biz Suriyeliyiz' diye müracaat ettiler
     D. Özel yetenek sınavında Picasso'nun resmini 'biz yaptık' diye sundular.

7. 'Tüm içeriği kendilerine ait' olan gazetelerimizden birinin iddiasına göre Beşiktaş'ın bir maçında yıldızlaşan genç oyuncu Oğuzhan golünü attıktan sonra kimi neden aramıştır:
     A. Annesini, hayırlı evlat yetiştirdiği için
     B. Eski antrenörünü, teşekkür etmek için
     C. Van Persie'yi, kendisine 'Arsenal'de durma Beşiktaş'a git' dediği için
     D. Takım arkadaşı Quaresma'yı, kendisini antremanlarda iyi motive ettiği için

8. Evine giren hırsızın kendisine saldırması üzerine hırsızı öldüren kişiden, kim, ne gibi bir tazminat istedi?
     A. SGK, benim sigortalımı öldürdün dolayısıyla ailesine bağladığım maaşı sen ödeyeceksin
     B. Maktülün ailesi, kan parası
     C. Sigorta şirketi, çalınan eşyaların değerlerinin yüksek gösterilmesi
     D. Site yönetimi, site adını kötüye çıkarması nedeniyle.

9. Canım ülkemin başbakanı ve ana muhalefet partisi başkanı birbirlerine en son nasıl hitap etmişlerdir:
     A. Enflasyonu düşürdük - Nesini düşürdün, ekonomi yavaşladı, işsizlik artıyor
     B. Notumuz çok yükseldi - Hiç de değil, ülkenin her yanından sefalet akıyor
     C. Bahtsız bedevisin - Sensin o, çölde yürürken kutup ayılarına dikkat et.
     D. Bizi halkımız buraya getirdi - Getirdikleri gibi götürmesini de bilirler.

10. Şanlıurfa'nın Bozova ilçesine bağlı hangi köyün gençleri, neden isyan ettiler:
     A. Gölbaşı, Köyün kızlarının güzel olmamasına

     B. Gözenek, Köylerine hala internet gelmemesine
     C. Gerdek, Köyün adını duyanların kendileri ile dalga geçilmesine
     D. Gökören, Köyden şehre göçün yoğun olması nedeniyle çalışacak genç nüfusun kalmamasına

*


Cevaplar
1.B 2.D 3.B 4.C 5.D 6.C 7.C 8.A 9.C 10.C

5 Kasım 2012 Pazartesi

Sürpriz

Ah bu kadın dergileri!..
Ahir ömrümde şunu gördüm ki, bu erkek-kadın dergileri ile yola çıkılmazmış arkadaş.
İki defa denedim, ikisinde de mal gibi ortada kaldım.

Bunlardan ilki 10 adımda 'sevgili edinme' rehberiydi. Sırf bu rehber sayesinde, yemek yapmasını daha doğrusu makarna sosu yapmasını öğrendim. Zira sevgili edinmenin ilk adımı, meğer iyi yemek yapmasını öğrenmekten geçiyormuş. Hemen yemek kurslarına yazıldım, ama hayatında yumurtayı bile doğru dürüst kıramayan birisine üstelik de gözü kursun içeriğinde değil ama kurs katılımcılarında olan birine ne verebilirsin ki; sıfır. Ne zaman eve kız atsam, pardon 'sevgili edinsem', tek bildiğim yemek olan makarna ve binlerce lira verip hiçbirşey öğrenemediğim yemek kurslarından hatırımda kalan tek şey olan; makarna sosunu yapıyordum. E tabii, bir sefer yapınca güzel oluyor da ikinci üçüncü buluşmalarda hala soslu makarna olunca kızlar işkilleniyor. İkinci adım ise şarap mevzuu ki, o da akıllara zarar. Kız tavlamak için, pardon sevgili edinmek için, şaraptan anlamak gerekiyormuş efendim. Trakyalıların yüz karası olan ben, Trakyalı olduğumu saklayarak şarap kursuna bile yazıldım ama ne şaraplar arası tat farkını bilebildim ne de üzümlerin nerede ve nasıl yetiştiği ile ilgili kültür sahibi olabildim. Dolayısıyla Vedat Milor'u ne zaman tv'de görsem kaçırdığım kızlar aklıma gelir, iç geçiririm. 'Torosların güneye bakan yamaçlarında yetişen, 2002 üzümlerinden yapılmadır. O sene Toroslara az kar yağmıştı, yaz sonu eriyen karın az olması nedeniyle şarabın tadı kekremsidir ama hoştur' gibi cümleleri herhalde izleyenleri arasından en çok beni benden alır, aklıma kurslara yedirdiğim çuval dolusu paralar gelir.

Bu dergilerin bana attığı ikinci kazık ise, o çoook meşhur klişeleridir. İlişkiniz monotonlaştı mı, ona küçük süprizler yap, eski heyecanı kayıp mı oldu, ona küçük sürprizler yap, cinsel hayatınız eskisi gibi değil mi , ona küçük sürprizler yap. Ev sahibi zam mı istiyor, ona küçük sürprizler yap, nasıl sürpriz yapayım, zammı ondan önce sen yap, ev sahibine?, evet küçük süprizler...çaat.

Şunu öğrendim ki, ben süpriz yapmasını becerebilen bir adam değilmişim.

Hayatımda yaptığım ilk sürpriz, öğrenciyken Ankara'dan İstanbul'a habersizce sevgilime yaptığım ziyaret olmuştu ki, iki kişiyle yatakta yakalamıştım. Asıl sürprizi ben görmüştüm yani.

Dolayısıyla ne zaman 'ona küçük süprizler yap' dense, önce bi tırsarım.

Yine de son seferde kendimde o gücü bulabildim. Zira bir kızla beraberlik süresinde rekor kırmıştım; o gün beraberliğimizin birinci senesini dolduracaktık. Üstelik bu sefer ne soslu makarna ne de şarap, hiçbirisine gerek olmamıştı.

Uzun süredir yapmadığım şeyleri yaptım, ev arkadaşlarımı evden postaladım, tüm evi güzelce elektrikli süpürge ile süpürdüm, makarnamı yaptım, sosunu da güzelce hazırladım. Yanına da markette gördüğüm en pahalı şampanyayı aldım. Mumları da yaktım. Masa, ışıklandırma, herşey güzel ve romantik bir gece için hazır.

Ben de hazırım, demeyi çok isterdim.

Oldukça güzel başlayan, romantik ilerleyen gece, şampanyanın açılması safhasında, bir anda renk değiştirdi. Zira hayatımda ilk kez şampanya açacaktım. Kursta öğrendiklerimi aklıma getirmeye çalışıyorum, çalışıyorum ama yok. Derken aklıma geldi; Kahretsin! O sırada ikili gruplara ayrılmıştık ve ben kurstaki güzel esmer kız Leyla'yı keserken benim partnerim açmıştı şampanyayı.

Oturduğum yerden çaktırmamaya çalışıyorum ama mantarı bi türlü açılmıyor meredin. Hatunun romantik gülümsemeleri yerini meraklı bakışlara bırakınca, artık ben de ayağa kalkmışım. İtiyorum itiyorum yine de olmuyor. Parmakları da zorlamak istemiyorum, zira doktorluğa yeni başladık, birşey olmasın diye korkuyorum. Şişeyi iki bacağımın arasına aldım yok, masaya koydum yok, hatta bir ara salladım gene yok. En sonunda bizimkisi yanıma geldi, 'istersen ben yapayım' dedi. Erkek milleti yenilgi kabul eder mi, tabii ki hayır. 'yok ya' dedim 'açılır şimdi'. Ama açılımıyor işte. Hatun tekrar ısrar edince, mağlubiyeti kabul etmiş komutan misali boynumu büktüm, yüzüm şişe ile boğuşmaktan kıpkırımızı olduğu halde şişeyi kız arkadaşıma verdim. Şişeyi bacak arasına aldı, tüm kollarıyla yüklendikten sonra 'bak' dedi 'bu en kolay bu şekilde açılı..'

İşte ondan sonrası bir karanlık ve derin acılar. Tıpanın hızla hayalarıma doğru geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. Hayatı boyunca futbol maçlarında birkaç kez top isabet almış biri olarak söyleyebilirim ki o acılar bunun yanında sinek ısırığı gibi kalıyor . İki büklüm olmuşum. Bu arada tıpanın fırlamasıyla birlikte, tarafımdan defalarca sallanan şampanya korkunç bir tazyikle fışkırmaya başlamış. Bir anda beni iki büklüm yerde, elindeki şişeyi ise tüm salona doğru fışkırır halde gören kızcağız ne yapacağını şaşırmış, şişeyi kapatıp yanıma gelmek istemiş ama mantarı ara ki bulasın. O panikle aklına parmağı ile kapamak gelmiş, ama o minik parmaklar şişenin ağzını tam kapayamadığı için adeta bir fıskiye görevi görmüş ve şampanyanın neredeyse tamamı tüm salona ve kızın üzerine dökülmüş hatta bir kısmı gözüne bile kaçmış. Sonra kız şişeyi atıp yanıma gelmiş, devrilen şişeye bizim Minnoş merak edip gelip yanaşmış, kalanları içmiş.

O an için eve giren birisi kimbilir nasıl ciddi bir kavga ettiğimizi filan  sanırdı herhalde. Bir köşede gözlerini ovuşturan ve yaşlar akan bir kız, yanında acıyla kıvranan bir erkek, yerde köpükleri hala yere dökülen içki şişesi, tüm odaya yayılmış mayhoş bir koku ve ıslaklık.

Kendime geldiğimde evdeki bütün kadın-erkek dergilerini attım. Odamda bulunan ve annemin benim için özenerek aldığı ama o gece Minnoş'un alkolün etkisiyle üzerine kustuğu İran halısını temizlemeye götürdüm.

Kız mı? Evlendik, üç çocuk yaptık, demek isterdim ama o da diil. O gece olanları unutacağımıza dair söz verdik, birkaç ay sonra da ayrıldık.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Milletvekili

- Sayın milletvekilleri.... sayın milletvekilleri...sayın mil...çocuğum napıyosun sen? evet sana diyorum, bırak o futbol topunu... pardon efendim, atmasana sayın milletvekili....atmayın efendim, lütfen. halı saha maçı bitti oturum başladı efendim. yeri değil burası efendim. lütfen efendim, lütfen sayın vekilim. teşekkür ederim efendim.. evet efendim, sayın milletvekilleri, oturumu açıyorum efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi 25inci dönem üyeleri, meclisimize hoş geldiniz efendim. Geçen hafta yapılan yemin töreni ve kurulan hükümet neticesinde, bugün artık, gündem maddeli oturum başlıyor efendim... Sayın milletvekilleri, öncelikli olarak meclisin en yaşlı üyesi ve aynı zamanda askere gitmiş tek üyesi olarak beni başkan seçtiğiniz için teşekkür ederim efendim. 25 yaşın getirdiği deneyimle meclisi en doğru şekilde idare etmeye çalışıcam efendim. Gündemin birinci maddesi, meclis lokantasının işletme hakkının değiştirilmesi hususunda Nutella Bakanlığı tarafından verilen önergedir efendim. Bu konuda söz almak isteyen, önerge sahibi ve VanDayrekşın Partisi İstanbul Milletvekili ve aynı zamanda Bakan Berkecan Işık beyefendiyi kürsüye davet ediyorum efendim.

- Teşekkürler örtmenin... pardon teşekkürler sayın başkanım. Değerli miletvekilleri, sizin de bildiğiniz gibi bir haftadır burdayız, mecliste doğru dürüst bişey yiyemiyoruz. Hep sebze çıkıyor. bürüksel lahanasından bırokoliden bıktık. Görüyorum çoğunuz ya annelerinizin çantalarınıza koyduğu sandviçlerle ya da karşıda yeni açılan meclis büfeden çift kaşarlı tost yaptırıp geliyor. Bunlar meclisimize yakışan şeyler değil. Biz 2 firmaya teklif götürdük, severek bize fiyat teklifinde bulundular. Yarından itibaren de hazır duruma gelecekler. Evet sevgili arkadaşlar, yarından itibaren meclisimizde sizin de seçiminizle ya Burger King ya da McDonalds gelecek, seçimin yapılması için sözü başkana bırakıyorum.

(Alkışlar)

- Bravo...İşte bu beee...Büyüksün panpaaa...Adamımsıııan.

- Sayın milletvekilleri sessizlik lütfen... Teşekkürler sayın vekilim. Oylamayı açıyorum efendim. Burger King diyenler.... McDonalds diyenler... Evet, seçimi 276ya karşı 273 oyla Burger King kazanmıştır. Ayrıca yarın ilk gün sebebiyle tüm menülerde bir alana bir bedava indirimi vardır.... Gündemin ikinci sırasında, meclis tv'nin yayın hayatına son verilmesi önergesi gelmektedir. Bu konuda konuşmak üzere Belieber Partisi'nden sayın Buse Hattat hanımefendiyi kürsüye davet ediyorum.

- Ay evet, tşkkrler bşknm, pardon başkanım. Şimdi arkadaşlar biliyosunuuuz, çağımız internet çağı yani. E herkeste 3 tane akıllı telefon var, internet de var yani. Zaten adam başı günde 50 tane falan tivit atıyoruz, e feyste de 30 kadar da status güncelliyoruz yani, vatsap filan derken, burda olan biten herşeyi yazıyoruz yani. Feys olsun, tivittır olsun, yutup olsun her türlü mecrada yazıyoruz da yazıyoruz yani. Bakın örnek vericeaam, geçen gün bizim partiden Ayça merdivenlerden düşmüştü de eteği açılmıştı ya hani, işte o görüntüsü bir günde tam 2 milyon tık aldı yutupta. Kimse meclis tv'yi artık izlemiyor yanii. Bence yayından kalksın yaneee... ayrıca bir tane daha isteğim var, her milletvekiline 2 adet boş cep telefonu pili, şarjı ve her masaya da 2 adet priz istiyoruz yanii.

- Teşekkürler sayın vekilim. Buse Hanım'ın verdiği önergeyi kabul edenler....etmeyenler... önerge kabul edilmiştir. Şu an itibariyle meclis tv yayınına son verilmiştir. Gündemin üçüncü maddesi, meclisin çalışma saatleri efendim. Bu konu hakkında önerge veren VanDayrekşın Partisi Isparta Milletvekili sayın Çisil Toprak'ı kürsüye davet ediyorum efendim.

- Panpa saol... pardon başkanım teşekkürler... Arkadaşlar, biliyorsunuz meclis olarak geçtiğimiz dönemlerde çalışma saatleri oldukça esnek idi, gece 01:00lere kadar hatta sabahlara kadar çalışmalar oluyordu. Bu dönemde de böyle şeyler olması sizin de bildiğiniz gibi hepimizin annesini babasını çok düşündürüyor. Zaten çoğumuz başka şehirlerden geldik, annelerimiz özellikle çok endişeli. Daha ilk günden tam 12 saat süren yemin töreni yapıldıktan sonra meclisin çıkışında neredeyse hepimizin anne babası bizi bekliyordu. Neden? Çünkü hava kararmıştı ve saatler çok geç olmuştu. Ailelerimizi bu şekilde üzmeye hiç hakkımız yok bizim. Zaten bizim için mevcut düzenlerini bırakıp, kendi şehirlerinden kalkıp taaa buralara kadar geldiler... Sonuçta, bundan sonra bu tip uzun oturumlar istemiyoruz biz.. Ayrıca meclisin liseler gibi erkenden açılmasına da gerek yok. (Esner) Misal benim annem beni her sabah, daha karga b.kunu, pardon şeyini yemeden saat 08:00 gibi kaldıyor. Burası lise mi ama yaaa? Hayır hiç de bile değil. Meclisin çalışma saatlerinin 11:00 - 16:00 olarak düzeltilmesini talep ediyoruz biz...

(Alkışlar)

- Buse Hanım teşekkürler....Önergeyi oylamaya sunuyorum efendim...Kabul edenler...etmeyenler... Önerge 549a karşı 0 oyla kabul edilmiştir...  Gündemin diğer maddesi, üniversite sınavına girmeyi düşünen milletvekillerinin Mart-Temmuz döneminde bol bol test çözecekleri için meclis yoklamalarında yok sayılmaması hususudur efendim. Bu gündem maddesi ile ilgili konuşmacı yoktur...

(Arka sıralardan)
- Ne gereği var hocam yaa, pardon başkanım yaa..

- Efendim, bunu isteyen vekillerimiz bulunmaktadır. Aynı zamanda bana soracaksanız bu konuda onları haklı görmekteyim. Netekim eğitim şarttır... şarttır efendim... bu teklif hakkında bir konuşmacı olmadığından direkt oylamaya geçiyorum. Kabul edenler....etmeyenler...Öneri 448e karşı 12 oyla kabul edilmiştir....Sıradaki gündem maddesi, lisede sonda tek dersten kalan milletvekillerinin direkt olarak liseden mezun edilmesi konusundaki yasadır. Bu konuda da konuşmacı yoktur, o bakımdan yine hızlıca oylamaya geçiyorum....kabul edenler....etmeyenler... 530a karşı 1 oyla kabul edilmiştir.

- Başkaaaan saat geçiyor.

- Görüyorum eefendim... değerli milletvekilleri, saatimiz 16:00 olmuştur. Öte yandan yarının gündem maddelerini hatırlatmakta fayda vardır, zira oldukça yoğun bir gündem daha bizi beklemektedir; dışarda vekillerimizin çıkışını bekleyen aileler için 1000 kişilik bekleme salonu yapılması, meclisimize PES ve Diablo3 odaları yapılması, takım elbise yerine kot pantolon ve alttan çıtçıtlı body serbestisi, oylamalarda evet için 'like' ve hayır için de 'uff snne be slk' ibarelerinin koyulması , 23 Nisanda koltuklara en az 60 yaşındaki dedelerin oturtulması... Çocuklaaaar, pardon sayın milletvekilleri... daha konuşmam bitmedi... lütfen hemen yerinizden kalkmayın...sayın milletvekilleri... kalkmayınız efendim.. sayın... millet... bugünkü oturumu kapatıyorum efendim.